Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg’un TGH salonunda düzenlediği 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlama programı Büyük Zafer’in 100. yılına yakışır bir havada gerçekleşti. “İzmir’in Dağlarında Çiçekler Açar” ve “Hey, Hey, Hop, Hop”‘ parçalarına salondakilerin hep bir ağızdan eşlik etmeleri ile birlikte coşku doruğa çıktı.
Haber: Mehmet Atak / Fotoğraflar: Salih Kartal (Gazetem.eu)
Türkiye’nin düşman işgalinden kurtuluşuna damga vuran 30 Ağustos Dumlupınar Meydan Muhaberesi’nin 100. yılı, Almanya’nın Hamburg kentinde Atatürk Düşünce Derneği”nin Hamburg’un Türk Toplumu (TGH) salonunda düzenlediği Zafer Bayramı etkinliği ile oldukça coşkulu bir proğramla kutlandı. T.C. Hamburg Başkonsolosluğu Muavin Konsolos’u Cemal Alsulu ile Eğitim Ataşesi Lütfi Dede’nin de hazır bulundukları Zafer Bayramı etkinliğine kadınlı erkekli 100’ü aşkın kişi katıldı. 94 yaşındaki Dr. Hikmet Büyükalp ile 88 yaşındaki Alptekin Oral’ın da salonda oluşu ise, proğrama ayrı bir anlam kattı.
SALONDA GÖZE ÇARPAN İSİMLER
Bazı spor kulüpleri ve dernekleri, İşadamları, Türkiye kökenli Milletvekilleri ve Belediye Meclis Üyeleri, çeşitli meslek mensupları,Öğretmenler ve bazı siyasi parti Dernek temsilcilerinin bulunmadığı etkinlikte şu isimler göze çarptı:
Muavin Konsolos Cemal Alsulu, Eğitim Ataşesi Lütfi Dede, TGH Başkanı Murat Kaplan ile Başkan Yardımcısı Önder Zeybek ve eski Başkan Yardımcısı Ali Kurtuldu, Hannover ADD Başkanı Nilüfer Dann, Almanya ADD yönetiminden Emel Koçak, Celle ADD Başkanı Osman Çekingen ile Bremen ve Bielefeld ADD Temsilcileri, ADD Hamburg’un eski başkanları Coşkun Coştur, Ali ve Hanife Akbaba, HTBB üyesi Fatma Coştur, Hulisi Işıtan (İşadamı, CHP Hamburg Birlği), Ruhi Özer (Sivaslılar Başkanı), Galatasarat Derneği’ndan başkan Nihat Kırmızı ile yönetimden Ziya Toprak, Asım Kılıç, Caner Suna ve Esat Erverdi, Fikret İşçi (CHP Birliği), Ender Gemicioğlu ( Tababen Auto), Öğretmen Korkut Yalçın, Keko Abdi Dağlum, sanatçı Özcan Süer, Sosyal danışman Nimla Herplevent, yazar İsmail Doğaner, Türk Kadınlar Derneği eski başkanı Birsen Çelik ile yeni başkanı ve TGH Bşk. Yardımcısı Derya Tuncel Özsimitçi, Danışman ve Organizatör Sümbül Tarakçılar, Ali Karakuş (Tercüman), Erdal Altuntaş (HTBB Başkan Yardımcısı- POST), Salih Kartal (Gazetem.eu/ LİMAN), Kazım Korkmaz (Radyo Merhaba), sahnede kısa veciz konuşmalar yapan ADD yönetiminden Başkan M. Serdar Temur, Bşk. Yrd. Ufuk Güngör, Mehtap Kaplan, Şuayip Karakuş, Murat Comart ile Hafize Avşar ve Haşmet Düzgüner, Ülkü Çağlar ve Mehmet Kılıç (Vatan.e.V)
M. KONSOLOS CEMAL ALSULU’NUN ZAFER BAYRAMI KONUŞMASI
Hamburg Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Sayın Mehmet Serdar Temur, Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu Derneği Başkanı Sayın Murat Kaplan,
Değerli konuklar, Sevgili gençler,
Sizleri en içten duygularla selamlıyorum.
Öncelikle, bu anlamlı kutlama etkinliğinde sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum.
Bu vesileyle, bu etkinliği düzenleyen “Hamburg Atatürkçü Düşünce Derneği”ne, etkinlikte emeği geçenlere, sanatçılarımıza, gençlerimize ve bu salonu tahsis eden “Hamburg ve Çevresi Türk Toplumu Derneği”ne çok teşekkür ediyor, değerli çalışmalarında başarılar diliyorum.
Kıymetli arkadaşlar,
Bugünlerde, 19 Mayıs 1919 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan milli mücadele hareketinin taçlandırıldığı, Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak da bilinen Büyük Taarruz’un, 30 Ağustos 1922 tarihinde Dumlupınar’da zaferle sonuçlandırılmasının 100’üncü yıldönümünü idrak ediyoruz.
Zafer Bayramı, ulusumuzun egemenliğine kastedildiği, milletimizin uçurumun kenarına itildiği bir dönemde, Türk milletinin istiklal ve istikbali için büyük fedakarlıklarla birlikte yürüyerek başarıya ulaştırdığı bir sürecin zafer noktasıdır.
Aziz milletimiz şahlanarak vatanına göz dikenleri alaşağı etmiş, yüzyıllardır kendi menfaatleri uğruna dünyanın mazlum halklarına tarifsiz acılar çektiren sömürgeci güçleri ve içerdeki işbirlikçilerini ezip geçmiştir. “Özgürlük ve Bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen ve “Türk milletin istiklalini yine milletin kendi azim ve kararının kurtaracağı” inancıyla savaşan Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının önderliğinde, vatanı için tereddütsüz ölüme koşan askerlerimizin Büyük Taarruz’da kazandığı kesin zafer, vatanımıza göz diken devletlerin hayallerini tuz buz etmiştir.
Büyük Taarruz’un zaferle sonuçlanmasının ardından Başkomutan GaziMustafa Kemal Atatürk “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” emrini vermiş ve 9 Eylül’de kahraman ordumuz İzmir’e girerek, işgal kuvvetleri denize dökülmüştür. Değerli gençler! Bizlere düşen, en zor şartlarda bu fedakârca mücadeleyi verenlere ve Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük devletler arasındaki şerefli yerini almasını sağlayanlara karşı sorumluluğumuzun bilinciyle, yüce milletimizin ve devletimizin gücünü,itibarını ve şanını daha da ileriye götürmek için canla başla çalışmaktır. Sözlerime son verirken, başta Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,vatanımız uğruna canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorum.
Milletimizin Zafer Bayramı kutlu olsun.
5 YÖNETİCİDEN 30 AĞUSTOS
Piyanist Mete Tiril’in de yer aldığı bölümde, birlikte sahneye çıkan ADD Hamburg’un 5 yöneticisi, S. Temur, M. Kaplan, U. Güngör, Ş. Karakuş ve M. Comart, kısa ama vurgulu 30 Ağustos hakkındaki konuşmalarıyla alkış topladılar. İşte o konuşmalardan bölümler:
YUNAN İŞGALİNDEN 30 AĞUSTOS’A
“Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi, 30 Ağustos zaferine borçluyuz.”
“Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için gereken en belli başlı vasıtadır.”
Çanakkale’yi İngiliz ve Fransızlar paylaşmıştı. Kars, Iğdır Ermeniler tarafından, Antep, Urfa, Maraş önce İngilizler, sonra pazarlık neticesi Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Mersin, Antakya, İskenderun, Osmaniye’yi de işgal eden Fransızlar, ayrıca Zonguldak’a, Ereğli’ye asker çıkarıp kömür işletmelerimize de el koymuşlardı. İtalyanlar, Muğla, Bodrum, Datça, Marmaris, Fethiye, Köyceğiz, Selçuk ve Kuşadası’na yerleşmiştiler, askerleri Antalya’da, Konya’da, Burdur’da devriye geziyordu.
Ordu dağıtılmıştı, silahları alınmıştı. İstanbul sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu. İşgali destekleyen Amerikan, İspanyol ve Japon savaş gemileri Marmara’ya demirlemişti. Fener Rum Patrikhanesi’nin kapısına Bizans bayrağı çekilmişti. İstanbul fiilen İngiltere toprağı olmuştu. İstanbul’a gelmek isteyen bir Türk, İngiltere’den vize almak zorundaydı. (3) İzmir Yunanlar tarafından işgal edilmişti.
İşgalci emperyalist devletler, 1918-1920 yılları arasında Anadolu’nun paylaşımı konusunda aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözmek için 102 oturum yapmış, görüşmüş, kendi aralarında ikili anlaşmalar yapmışlardı.
İngilizler vatanı işgal etmişti ama, Osmanlı padişahı Vahdettin İngiliz Dostları (Muhipleri) Derneğinin baş üyesiydi. Derneğin başkanı görülen Sait Molla aslında maşaydı, derneğin asıl başkanı İngiliz İstihbarat Teşkilatından rahip Robert Frew’du. Yani yeryüzünün İslam halifesi, bir rahibin emri altına girmişti.
Padişahın ablası ile evli olan başbakan Damat Ferit: “Bütün umudum Allah’ta ve İngiltere’de” diyordu. Ayrıca Amerikancılar da vardı. Onlar da Amerikan himayesine girmek istiyorlardı. Osmanlı’nın üç başkenti; Bursa, Edirne, İstanbul artık yoktu. Ve bu ortamda, 10 Ağustos 1920’de İstanbul’daki Osmanlı, işgali onaylayan, yurdu paramparça eden, Türkleri Anadolu’nun ortasına sıkıştıran Sevr Antlaşmasını imzaladı. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Antlaşmayı şiddetle reddetti, yok hükmünde saydığını tüm dünyaya ilan etti.
Yıllarca süren savaşlar sonucu kadın nüfusu erkek nüfusunun altı katı olmuştu. Her bir erkeğe karşılık altı kadın vardı. Frengi hastalığı, fuhuş ve de eşkiyalık patlamıştı.
***
BAŞKAN TEMUR’UN KONUŞMASININ TAM METNİ
Başkan M. Serdar Temur‘un günün anlam ve önemi hakkındaki konuşması aşağıdadır:
Sayın Muavin Konsolosumuz Cemal Alsulu,
Değerli Konuklarımız, Değerli Üyelerimiz, Değerli Yurtseverler,
Kurtuluş Savaşının büyük zaferini, 30 Ağustos Zafer Bayramı‘nın 100’üncü yılını anmak için toplandık.
Hoşgeldiniz.
Albay Bekir Sami’nin ifadesiyle: “Kurtuluş Savaşı, aslında, kendi vatanlarında vatansız kalanların, vatan yapma mücadelesidir.”
Son yıllarda Atatürk merkezli tarihi olaylar ve zaferler başka tarihi olaylarla ve zaferlerle gölgelenmek isteniyor. 23 Nisan’ı gölgelemek için aynı dönemlere denk gelen Kut Zaferi; 19 Mayıs’ı gölgelemek için de 29 Mayıs İstanbul’un fethi öne çıkarılıyor. Ağustos ayındaki Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Zaferi de Malazgirt Zaferi ‘yle gölgelenmek isteniyor. Yine aynı şekilde, Sakarya Meydan Muharebesi de hak ettiği görkemle anılmıyor. Oysa, 30 Ağustos zaferi olmasaydı, kutlayacak “ Malazgirt Zaferi” kalmazdı.
6 Ekim 1923’te İstanbul’un kurtuluşu olmasaydı, kutlayacak “İstanbul’un fethi” de kalmazdı. “Fetihleri” hatırlayıp “kurtuluşları” unutmak, o toprakları yeniden vatan yapanlara büyük bir saygısızlıktır. Emperyalizm, işgal ettiği, sömürmek istediği ülkelerin gelişmesini, çağdaş olmasını hiç bir zaman istememiştir, istemez. 30 Ağustos Zaferi kazanılamasaydı, Cumhuriyet ilan edilemez, demokratik, laik, kadın-erkek eşitliğine, hukukun üstünlüğüne dayanan, yani Türkiye’yi çağdaşlaştıran Cumhuriyet Devrimleri yapılamazdı.
30 Ağustos, ‘Kurtuluş’u belirleyen savaştır. ‘Kurtuluş’ olmadan ‘Kuruluş’a başlanamazdı. Bu süreçte “Ankara yönetimi, birden çok devlet, millet ve toplulukla savaşıp çekişmiş, çatışmıştır; barış görüşmelerinde de yine birçok devletle mücadele etmek zorunda kalmıştır. “
1921 Sakarya savaşında 220 bin kişiye ulaşan Yunan kuvvetleriyle birlikte, İngiliz, Fransız, İtalyan, Hintli kuvvetleri, Ermeni ve Pontus Çeteleri ve bunların dışında Anadolu’daki iç isyancıları da hesaba katarsak, “ Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordularının karşısındaki düşman gücü ortalama 322.000 kişi civarındadır”.
İşte işgalcilerin hiç beklemediği ‘Büyük Taarruz’ yani ‘Büyük Hücum / Büyük Saldırı’ 26 Ağustos 1922’de bu şartlarda, baskın şeklinde başladı ve 30 Ağustos’ta zaferle tamamlandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün komuta ettiği bu beş güne ‘Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ diyoruz.
Zafer sonrası 11 Ekim 1922’de Türklerin zaferini dünyaya ilan eden Mudanya Ateşkes Antlaşmasında, yenilip perişan olan işgalci Yunan tarafı, sonuçta masada bile yer almadı. Antlaşma, Ankara hükümetiyle Yunanistan’a çok yüklü silah ve maddi destek veren, kışkırtan, şımartan İngiltere’yle, Fransa ve İtalya arasında yapıldı. Sadece bu gerçek bile esas düşmanın kim, ya da kimler olduğunu çok açıkça göstermektedir. Mudanya Ateşkes Antlaşmasına göre Doğu Trakya, Edirne’yi de içine alacak şekilde Yunanlar tarafından boşaltıldı, İstanbul ve Boğazlar, bazı kayıtlarla Kuvay-ı Milliye’ye (Türk Milli Kuvvetlerine) bırakıldı. 30 Ağustos Zaferiyle, işgal edilmiş olan Türk Yurdu emperyalistlerden, onların maşası olan işgalcilerden ve Türk Milleti de sömürge olmaktan kurtuldu ve yine bu zaferle Lozan antlaşmasına giden yolun önü açıldı. Lord Curzon Lozan görüşmelerinde gayet pişkince: “Siz, Yunanistan’ı yendiniz, İngiltere’yi değil; bunu unutmayın” derken, İsmet İnönü’nün aklından geçenler şüphesiz şöyleydi:
‘Güneyde müttefikiniz Fransızları yendik. Onun silahlandırdığı Ermenileri ve Pontus çetelerini yendik. Müttefikiniz İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırdık. İstanbul yönetimiyle birlikte azdırdığınız isyancıları yendik. Silah ve para ile desteklediğiniz Kuva-yı İnzibatiye’yi yendik. En son olarak da maşanız Yunan ordusunu denize döktük. Mondros’u yendik, Sevr’i yendik. Üçlü anlaşmayı yendik. Bunların hepsini arkasında siz vardınız, hepsinin ipleri, dümeni, düğmesi sizin elinizdeydi. Biz, asıl sizi yendik. Entrikalarınızın nedeni bu. Bunu örtbas etmeye, kaybınızı gidermeye çalışıyorsunuz. Biz sizi burada da yeneceğiz!’ Aynen de öyle oldu. Zaferden on bir ay sonra, 24 Temmuz 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık üç ay önce Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan antlaşması, tam bağımsızlığımızın tescili olarak
mzalandı. Sonra 6 Ekim 1923’te İstanbul, istilacı emperyalistlerden, yani en başta İngilizlerden, silahsız bir zaferle kurtuldu. Ve işgalciler Atatürk’ün ifadesiyle “ geldikleri gibi gittiler”. Hemen ardından, 29 Ekim 1923’te yine Atatürk’ün önderliğinde antiemperyalizm, uygarlaşma ve çağdaşlaşma temeline oturtulan ama aslında uygulama şekliyle 23 Nisan 1920’de kurulmuş olan bağımsız Cumhuriyetimiz ilan edildi.
Mustafa Kemal Atatürk, savaş anılarını konuşmaktan hoşlanmayan, “ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” diyen, “Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir amacı elde etmek için gereken en belli başlı araçtır.” diyen bir komutan. O’nun için askeri orduların dışında iki ordu daha vardır. Eğitim ve kültür ordusu, ekonomi ordusu.
Çanakkale’ye, Kurtuluş Savaşının yaşandığı yerlere, savaştığı diğer alanlara daha sonra hiç gitmedi. Yalnız Cumhuriyetin ilanından bir sonraki sene, yani 1924 yılının 30 Ağustos’unda Dumlupınar’da, “Şehit Asker” anıtının temelinin atılışında, sanki tarihe sunulan bir belge gibi anlamlı, ama bir o kadar da duygulu bir konuşma yaptı:
“… gerçek niteliği bugünkü açıklamalardan çok, yarın, tarihin yargıçları olan araştırmacıların incelemeleriyle, daha iyi anlaşılabilecektir” … dedikten sonra, bu büyük savaşta Türk milletinin, kendisini başkomutanlığa layık gördüğü için duyduğu mutluluğu dile getirdi:
“… Bu görevin mutlu anısını, ulusuma duyduğum minnetle, ömrüm oldukça övünerek saklayacağım.” Destan gibi bir anlattığı bölüm, Şevket Süreyya Aydemir’in tanımıyla, “savaş alanında yapılan bir barış söylevi, savaş edebiyatının bir şaheseridir.”
“… Güneş batıya yaklaştıkça, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeliydi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tümüyle mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.”
Sonra, ertesi gün savaş alanını gezerken karşılaştığı görüntüleri dile getirdi, hem “gerçek bir kıyamet yeri” olarak tanımladığı savaş alanını, hem de savaşın felsefesini yaptı:
“… ertesi gün tekrar bu savaş alanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin yüceliği ve buna karşılık düşman ordusunun düşürüldüğü felâketin büyüklüğü beni çok duygulandırdı. Karşı sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün kapalı kalmış yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve bitmez tükenmez donatım ve malzeme ile ve bütün bu bırakılan şeylerin aralarında yığınlar oluşturan ölülerle ve toplanıp merkezlerimize gönderilmekte olan sürü sürü esir gruplarıyla, gerçekten bir kıyamet yerini andırıyordu.”
“… savaş ve özellikle meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı, milletlerin tüm varlıklarıyla; teknik alandaki başarılarıyla, ahlaklarıyla, kültürleriyle, erdemleriyle, kısacası gözle görünür görünmez bütün güç ve varlıklarıyla, her türlü araç ve olanaklarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Bu alanda çarpışan milletlerin, gerçek güçleri ve değerleri ölçülür. Sonuç, yalnız gözle görünür gücünün değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin üstünlüğünü ortaya koyacaktır.”
“… Tarih; başlarındaki taht sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde, birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı, buradaki gibi korkunç sonuçlarla doludur… Türk vatanını ele geçirmek düşüncesini, Türk’ü tutsak etme hayalini genel, ortak bir düşünce haline koymaya çalışanların da hak ettikleri sondan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.”
“… bir memleketi ele geçirip işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hükmetmek için yeterli değildir. Bir milletin ruhu ele geçirilmedikçe, bir milletin kararlılığı ve iradesi kırılmadıkça, o millete hükmetmenin imkânı yoktur. Halbuki yüzyılların çocuğu olan bu millî ruha, kalıcı ve sürekli bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz. Tutsak olmak istemeyen bir milleti, esaret altında tutmayı başarabilecek kadar güçlü zorbalar, artık dünya üzerinde kalmamıştır. Türk milleti burada kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor.
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son devresi olan 30 Ağustos Savaşı, çok parlak zaferlerle dolu Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir… Burada kazanılan zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermede bu kadar etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Açıktır ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Sonsuz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır… Burada temelini attığımız “Şehit Asker” anıtı… Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır. “
“… Milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, tahtlar taçlar yanar, yok olur. Milletlerin tutsaklığı üzerine oturtulmuş kurumlar, her yerde er geç yıkılacaktır. Avrupa’nın ortasından, Doğu’nun öbür ucundaki binlerce yıllık ülkelere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği sonu daha iyi anlarız. Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk’ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu’nun, Türklüğün karşısında yürüyen çürümüş gölge adamların Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”
“… Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk artık öğrenmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve evlatlarını Cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü ve bilinçli bulundurması gereklidir.”
“… Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler, çok şeyler düşünmüşler, ancak bir şeyi düşünmemişlerdir. Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden, Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları, ancak bir şekilde giderebiliriz. Türkiye’de Türk’ten başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.”
Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e göre:
“ Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” ve “ Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. “
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi el yazısıyla “Türk Milleti” tarifi.
Gazi, konuşmasına daha sonra “… ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar” diye devam etti.
“ Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam anlamıyla medeni bir toplum olmaktır. Çünkü dünyada bir milletin varlığının değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır. Medeni eser yaratmak yeteneğinden yoksun olan milletler özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetmeye mahkûmdur. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar… Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Yaşamayı ve gelişmeyi sağlayan hükümlerin zamanla değişmesi, gelişmesi, yenileşmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. “Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir.” Lozan’da görüşmelere ara verilmişti, işgalciler kapitülasyonları kaldırmaya kesin olarak yanaşmıyorlardı.
Mustafa Kemal o arada 17 Şubat 1923’te, İzmir’de Ekonomi (İktisat) Kongresini toplamıştı. O kongrenin açılışında: “Siyasal, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılan zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner.” demişti.
İşte o sözlerin benzerini burada da paylaştı:
“… Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin ekonomi alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, ekonomik açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli bir uygarlığa, refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz… Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş olmasın. ”
“… Ulusumuzdaki güçlü karakter, sarsılmaz inanç, ateşli milliyetçilik; ekonomik gelişmeyle gerektiği gibi güçlendirilmelidir.”
“… bugün, insanca yaşamanın koşulları bütün kesinliği ile ortaya çıkmıştır… Akla aykırı uydurma şeyler, kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli milletimizin sosyal devrim adımlarını kesmek, küçültmek isteyen engeller ortadan kaldırılmalıdır …
Son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençlerine yöneltmek istiyorum:
Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”
Namık Kemal’in dizelerini daha Harp Okulu’ndayken belleğine kaydetmişti ;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yokmuş kurtaracak bahtı kara maderini”
O dizeleri yıllar sonra 1919 yılının 24 Aralığında Kırşehir’de kendisini dinleyen kalabalığa, değiştirerek şöyle okumuştu:
“Vatanın bağrına düşman dayasa hançerini
Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
Sözünü tutmuştu. Çünkü daha Selanik yıllarında kararını vermişti;
“ Bir adam ki … memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur, bu, adam değildir.”
3 yıl sonra 20 Ekim 1927’de, Büyük Nutkunun sonunda “Gençliğe Hitabe”sinde, sesi titreyerek ve gözyaşlarına da hakim olamayarak gençliğe görev verecekti:
“ Birinci görevin, Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur.”
Atatürk’ün, O’nun silah arkadaşlarının, kadın, erkek ve çocuk tüm şehitlerimizin, Vatandan ve Milletten başka sevgili tanımayan, canını vatanı için, tam bağımsız Türkiye için veren kahraman şehit ve gazilerimizin, Kemalist devrimcilerin önünde minnetle, saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şâd olsun.
30 Ağustos Zafer bayramımız kutlu olsun.
Saygılarımızı, sevgilerimizi sunar, aydınlık, iyi günler dileriz.
(KAYNAK: Falih Rıfkı Atay, Turgut Özakman, Sinan Meydan, Ruşen Eşref Ünaydın, Yılmaz Özdil, Metin Aydoğan, Sadi Borak, Prof. Dr. Afet İnan ve Atatürk’ün konuşmaları).
ZAFER BAYRAMI KUTLAMASI MÜZİKLE TAÇLANDI
Proğram akışı içersinde bölümler halinde sahnede yer alan ve seslendirdikleri parçalarla salondakileri coşturan Hamburg’daki HafenCity Üniversitesi’nden Dr. Ayşe Glass’ın piyanosuyla yönetttiği Hamburg Türk Kadınlar Derneği bünyesindeki UMAY Gençlik Korosu’ndan Seçil Oldeland, Hatice Saraç, Sema Ordu, Melda Köse, , Meryem Öz, gitarda ise Çağrı Doğu ve Deniz Dolaş sahne aldı. “İzmir Marşı, Yıldızların Altında, Senden Başka, İnsan İnsan ve Yanarım Yanarım” adlı seçkin parçalara zaman zaman salondakiler de eşlik etti.
Açılışta ise gitarıyla Ceren Tunçbilek “Yiğidim Aslanım” ve Sessiz Gemi” adlı parçaları başarıyla seslendirdi. Programın teknik sorumlusu Murat Büyükalp ‘tı.
Ve.. ARZU AKYÜREK SAHNEDE
İstiklal Savaşı şehitlerimiz için yapılan saygı duruşu ve İstklal Marşı’nı takiben başlayan proğramda “Hey, Hey, Hop, Hop” vurgulu sözleriyle dikkat çeken “Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü“nün coşkuyla okunması alkışlarla karşılanırken, son bölümde Mete Tiril‘in piyanosuyla eşlik ettiği sanatçı Arzu Akyürek sahne aldı.
Arzu Akyürek, “Memleketim, İstanbul Hatırası, Bir Rüya Gördüm Dün Gece, Bir Başka Sevgili ve İstanbul” adlı parçalarla dinleyenleri mest etti. Kısacası, TGH’daki bu Zafer Bayramı proğramına gelemeyenler, çok şey kaçırmış oldular.
Çok güzel bir araştırıcı yazı ..Mehmet Beyi tebrik ediyorum.
ADD yönetimindeki bütün arkadaşları tebrik ediyorum.
Zafer Bayramımız çok güzel kutlandı.
ADD Hamburg’a teşekkür ederiz.
Bu önemli Zafer Bayramımızı destekleyen herkese teşekkürler.
Mehmet bey elinize sağlık, Hamburg’taki 30 Ağustos Zafer bayramı kutlaması ancak böyle güzel yazıya sökülebilirdi.
Mehmet bey elinize sağlık, Hamburg’taki 30 Ağustos Zafer bayramı kutlaması ancak böyle güzel yazıya dökülebilinirdi.