Şairin Bavulu’ndaki önemsiz günler ve haftalar

Şiiri doğal bir hal, insanlık hali, olarak görür ve ‘herkes şiir yazmalı, yazabilir’ derim, bir yandan da şairlerin niye şiir yazdığını, nasıl başladığını merak ederim! O merakla yazıyorum, şairin ‘niye’sine dair bir şeyler söyleyebilirim, ekleme yapabilirim, bilmediğim şeyler öğrenirim diye.

KADİR İNCESU/ BİRGÜN Gazetesi

Şiirleri kadar düzyazılarıyla da bilinen ve okunan Haydar Ergülen’in, Karakarga Yayınları’ndan Önemsiz Günler ve Haftalar, Edebi Şeyler’den ise Şairin Bavulu adlı kitapları yayımlandı.

‘Kendimi artık geçmiş zaman anlatıcısı gibi hissediyorum, hatıra toplayıcısı, aktarıcısı’ diyen Haydar Ergülen Şairin Bavulu’nda aralarında modern Türk şiirinin ‘ses ve ışık mimarları’ndan’ Yahya Kemal, heybesinde her şey olan Yunus Emre, bavulunda dünyayı taşıyan Nâzım Hikmet, ‘denizde öptüğü balıklar dolaşan’ Sait Faik, bavulunda ‘kendi yolunu’ da taşıyan Sabahattin Ali, ‘sokakların şairi’ Orhan Veli, ‘gurbet burcunun şairi’ Necatigil, ’bir yeryüzü tanığı’ İlhan Berk, ‘Türkçe söylemenin Piri’ Can Yücel, ‘Halkın fotoğrafçısı’ Ahmed Arif, ‘Paylaşılamayan şair’ Cemal Süreya, ‘Şiir kurucusu’ Ece Ayhan, ‘Bavulu hiç kapanmayan’ Refik Durbaş, ‘doğuştan acıya sürmeli sesiyle” Ahmet Erhan’ın da olduğu pek çok şairin şiir olmuş hayatlarını anlatıyor.

Peş peşe açılıyor kahverengi karton bavul, heybe, karton valiz, vinleks valiz, okul çantası, tahta bavul, asker bavulu, gurbetçi bavulu, hasta bavulu, talebe bavulu, taşralı şair bavulu, göçmen bavulu, waliz, bond çanta… Her çıkanı söylüyor, çıkmayanı da… Biraz da okuru merakta bırakır gibi. Sözü edilen şairlerin bavullarının da tıka basa dolu olmadığını fısıldayayım size… Ahmed Arif’in “Bu kişisel hayatım değildir” sözünün de ışıl ışıl parladığını…Ergülen Önemsiz Günler ve Haftalar’da ise bazıları için önemli olmayan duyguların, davranışların, düşüncelerin, inceliklerin peşinde…

“Başka bir hayat mümkünse başka bir hafta da mümkündür” diyen Haydar Ergülen’in ne demek istediğini kitabı bitirip, boş sayfaya yeni yeni “önemsiz günler ve haftalar” eklemeye başladığınızda daha iyi anlayacaksınız. Bu yazılar biraz da geçmişin izleridir, unutulmasın diye yazılan…

Haydar Ergülen, Önemsiz Günler ve Haftalar’da okuru tektipleşmemeye, mavileşmeye, fazlalıkları atmaya, paylaşmaya, sevmeye,

sairin-bavulu-ndaki-onemsiz-gunler-ve-haftalar-892542-1.

 kollamaya, korumaya, hatırlamaya, hatırlatmaya, arkadaşlığa, sakinliğe, iyiliğe güzelliğe, “gibi” yapar gibi yaşamamaya, taşraya gitmeye, mektuplaşmaya, inceliğe, özgürlüğe, neşeli olmaya, öfkemizi haykırmaya, erkekleri yılda bir hafta sokağa çıkmamaya, özür dilemeye, doğayı az tüketmeye, susmaya, küs(me)meye, icat çıkarmaya, “Huuu komşu” demeye, üzüm yemeye, linç etmemeye, umut dolu rüyalara, kırmızı düşünmeye, yeni bir hayata, klişeleri kırmaya, günleri suçlamamaya, düşünmeye, anlamaya, sabahların güzelliğine, bencileyin değil bizcileyin olmaya, yüz yüze bakmaya, bazen ‘hiç’ olmaya, pazartesiye haksızlık etmemeye, eksiği tamamlamaya davet ediyor. Davete icabet edip etmemek de size kalmış.

►“Yazının şiirin üstünü örttüğü olur”, “Şiirin söyleyemediğini roman nasıl anlatsın behey şairler!” deyişiniz dikkatimi çekti. O zaman düzyazıya bunca zaman ayırmanız neden?

Önce şiir vardı! Yazının anasıdır, aslında hepimizin de! Ona layık olmaya çalışırız. Okuruz, yazarız, düşünürüz, yeniden yazarız. Ve bir gün yakalamak, bulmak, tamam demek isteriz. Onunla en iyisini, onun en iyi biçiminde arama çabasıdır bu. Ama bu yolda, bu uğurda yine de onu fazla yormak istemeyiz. Kadim oluşundan belki. Belki şiir deyince biri bize ‘sana bir sır vereceğim’ demiş gibi, biraz da ürkeriz, çekiniriz. Bunları hala şiirin büyük kanalı olan lirik şiir için söylüyorum. Benim düz yazma nedenlerimden biri, şiiri de az yazmıyorum ama geleneksel olarak şiire daha çok kıymet verdiğimizden, verdiğimdendir. Elbette şiirle söylemek isterdim ama çok zor, bazen olanaksız gibi de geliyor, o nedenle de düzyazıya gidiyorum. Bir başka neden, şiirin ‘olmadığı’ daha kolay anlaşılıyor, yazıda bir ortalama tutturmak mümkün. Birkaç neden daha sayarsam, korkarım sen soruda düzeltme yapıp, ‘o zaman şiire bunca zaman ayırmanız neden?’ diye soracaksın!

►Şairin Bavulu’ndaki portreler, Orhan Veli’nin “Şairin neşesi de kederdir” sözünün ve “Şiirin bir sokak hareketi olduğu” şeklindeki düşüncenizin karşılığı mıdır?

sairin-bavulu-ndaki-onemsiz-gunler-ve-haftalar-892541-1.

Şiiri doğal bir hal, insanlık hali, olarak görür ve ‘herkes şiir yazmalı, yazabilir’ derim, bir yandan da şairlerin niye şiir yazdığını, nasıl başladığını merak ederim! O merakla yazıyorum, şairin ‘niye’sine dair bir şeyler söyleyebilirim, ekleme yapabilirim, bilmediğim şeyler öğrenirim diye. Çünkü çok şairi çokça okuyorum, ama daha az okuduklarım da var, onları yeniden okuyorum ve çok şaşırıyorum, hemen yeniden uzun uzun okunacaklar arasına alıyorum o şairleri de. Diyeceğim Şairin Bavulu’nu yazmak bana şairleri yeniden kazandırıyor, yeni şairler kazandırıyor! O şair ve kendim için yazıyorum, yazarak düşünürüm çünkü arada bir yeni düşünceler de bulursam çok seviniyorum o şaire, şiirine dair! Hem Orhan Veli’nin sözüne katılıyorum, hem de senin sorunda verdiğin yanıta, evet şiir bir açık hava etkinliğidir, sokak hareketidir, gökyüzünün bileşenlerindendir, zühre, ülker, yıldız adlarını çok severim, şiir de bana onlardan biri gibi gelir. Bu son cümleyi niye kurdum bilmiyorum ama böyle düşündüğüm doğru.

►Bavullarında taşıdıkları biraz da yazgıları mıdır anlattığınız şairlerin?

Ben de onların yazgılarına ekleme yapmış olmayayım bavullarını açarak! Taşıdıkları kadar taşıyamadıkları da yazgılarıdır elbette, bkz. Nâzım Hikmet. Bavul, doğdukları yerde açılır, Yahya Kemal örneğindeki gibi, sonra iki bavul olur, çoğu kez hazır bir bavuldur, bir köşede durur, ondan önce babasıyla, ağabeyleriyle askere, gurbete, okumaya gidip dönmüştür, bir köşede sessizce, hatta boynu bükük, onu elinden tutacak birini bekler. Bazı bavullarsa giderler dönmezler, yolcusuyla birlikte kapanırlar, ölürler. Bazıları açık unutulur, şairi de göçeli çok olmuştur, ama sanki dünya ondan hala yeni şeyler, şiirler beklemektedir, Didem Madak, küçük İskender. Nilgün Marmara’da olduğu gibi bazı bavullar, çantalarsa kapalıdır ve onların ağzını bıçak açmaz… Bavul, şiir ne, yaşamı taşır, bazen hayata açılır bazen hayat onu erken kapatır. Hele de yazgı şiirse!

►Her şiiri aynı zamanda o şairin tarihi midir?

Her şey öyle değil midir, deftere yazılmaz mı? Kişisel tarihimizle oluşmaz mı toplumsal tarih de? Tamam, tarihte adımız geçmeyecek ama hepimiz, şiir yazanımız yazmayanımız, tarih olurken, aynı zamanda ‘tarih biziz’ de diyeceğiz. Biz geçemeyeceğiz ama yazdıklarımızın etkisi, yol açtıkları tarihe geçecek, içinde bulunduğumuz, katkımızın olduğu ya da rastlantısal olarak o dönemde doğduğumuz ve yazıp çizdiğimiz için de yine ürünlerimizin oluşturduğu toplam belki de tarihi etkileyecek! Bunca lafa gerek yok tabii, şiir elbette aynı zamanda kişisel tarihimizdir, tarihi yapan da biziz, ama yazan başkaları!

►Önemsiz günler ve haftalar’ın ilk yazısı “Tektip Haftası” olunca sormadan edemedim, yazınımızda da bir teptipleşme var mı?

Bana böyle kolay sorularla gelmeyin, zor sorularla gelin! Şaka! Ben ‘beğeni eşiği’ düşük bir şair ve yazar olduğum için her şeyi beğeniyorum! Bunu da şair arkadaşlarım söylüyor benim için, üstelik çok iyi şairler. E şimdi böyle dediklerine göre bir bildikleri de var demektir, onları yalancı çıkaramam! Bence ‘tektipleşme’ yok, şiirde çok uzun yıllardır gördüğüm çeşitlliği, son yıllarda öykü ve romanda da görüyorum. Aynı anda ‘beş benzemez’ öykü kitabı okurken, nasıl tektipleşmeden söz edebilirim ki, şiir çarpar! En çok öykü ve şiir okuduğum için, onlardan, gençlerinden, yeni, ilk kitap çıkaranlarından, söyleyeceğim. Devrim Horlu, Naile Dire, Elvin Eroğlu, Donat Bayer, Meryem Coşkunca şiirden, Ayşe Özlem İnci, Ramazan Güngör, Fatma Nur Kaptanoğlu, Banu Özyürek, Simla Sunay, Gökhan Bakar öyküden, son zamanlarda okuduğum ve beğendiğim isimler oldu. Bu adlarla sınırlı değil, daha çok var, ama aklıma ilk gelenler bu isimler.

►Bir tüketim çılgınlığı seline kapılmış gidiyoruz fark etmeden, kendimizi de tükettiğimizi anlayamadan… Her türlü tüketim çılgınlığına karşı bir manifesto olarak da değerlendirebilir miyiz, hem özlem hem de satır aralarında pişmanlıklar barındıran önemsiz günler ve haftalar’ı?

Değerlendirebiliriz de, ben de 52 başka hafta önererek tüketimi artırmış, çılgınlığa yazı desteği vermiş olmuyor muyum sence? Manifesto demeyelim de, belki daha adaletli bir düzen, daha eşitlikçi bir yapı ve daha aydınlanmış bir toplum kurma yolundaki bitmez çabalara küçük, haftalık bir katkı diyelim. Kitaptaki pek çok hafta, artık Neşet’in babası diye de anılan Muharrem Ertaş’ın “bilmem hayal gibi bilmem düş gibi” dediği, düşlediğimiz haftalardan. Olanaksız olandan söz etmiyorum, bugün bile, bazıları kişisel bazıları toplumsal olarak düzenlenebilecek türden haftalar. Bugün devleti yönetenler istemez ama sivil toplum kuruluşları, muhalif belediyeler, sendika, dernek, meslek örgütleri var, bazı haftalar içinse hiçbir kuruluşa gerek yok! Bu arada aklıma geldi, sen bu kitaptan bir hafta seçsen hangisini seçerdin ya da başka bir ‘Önemsiz’ hafta önerir miydin?

27 yaşımdayım, babamı kaybedeli 7 yıl olmuş. Saatin gece yarısını geçtiği bir gün, annemi uyandırdım. Şaşkın şakın yüzüme bakarken, “Anne bugüne kadar söylemedim ama… Seni seviyorum, hem de çok seviyorum,” dedim hayatımda ilk kez. Biraz bakıştık, sıkıca sarıldık sonra. Sonrasında her gün “Seni seviyorum anne,” dedim. Hayatımızın her günü sevdiklerimize “seni seviyorum,” deme günü olsun. Anneciğim seni seviyorum.

►Yeniden sorulara geçersek; bu kitap aynı zamanda Oktay Akbal’ın “Önce ekmekler Bozuldu” kitabına da bir göz kırpma mıdır? “Yalnızca ekmekler mi bozuldu,” der gibi…

Oktay Akbal dedin beni hem sevindirdin hem de kederlendirdin! Çok sevdiğim, edebiyat sevgimi, yazma tutkumu borçlu olduğum yazarlarımızın başında gelir. Önce Ekmekler Bozuldu’dan Tarzan Öldü’ye, Suçumuz İnsan Olmak romanına dek pek çok kitabını, son yıllarına dek Cumhuriyet’te yazdığı köşe yazılarını severek okudum. Ne yazık ki Leyla Erbil ve Oktay Akbal için birer yazı bile yazamadım. Oysa çok yazarım, bazı adları unutmaktan korkarım, fakat hayat bu, en çok sevdiklerin için bir şey yapmamış olursun bazen! Leyla hanıma, iki kez üstelik portrenizi yazıyorum demiştim, gülümsemişti. Daha fazla gecikmeden yazmalıyım. Oktay Akbal’ın kitabından da söz ediyorum Önemsiz’de, tam da andığın biçimde. Haklı, önce ekmekler bozuluyor, sonra her şey! ‘Ekmek ulan bu ekmek, ekmek mübarek!’ diye biter ekmek haftası için yazdığım yazı. Ekmek bozulursa insan bozulur, aile, dostluk, her şey, hepimiz bozuluruz. Öyle de olmuyor mu?

►Haydar Ergülen’in yaşamını, ara ara sözünü etiği “şiirle düşünmek” kavramı üzerine kurduğunu söyleyebilir miyiz?

Benimki bir düşünce sadece. Şiirle çocukluktan beri ilgili olmanın, okumanın, yazmanın, üzerine konuşmanın, ders vermenin, atölye yapmanın, bir anlamda 50 yılı aşkın süredir şiirle hemhal olmanın, zamanı onunla değerlendirmenin, son yıllarda bende yol açtığı bir hissiyat ‘şiirle düşünmek’. Belki böyle düşünme isteği. Yine de bir ölçü oluşturuyor. Daha önemli bir şey var aslında, biz bunları konuşurken, 22 yaşında tutuklanıp 27 yıldır hapis yatan bir şair var. İlhan Sami Çomak. Önemsiz kitabımdaki haftalardan biri de ona ayrıldı, “Bir Avuç Gökyüzü Haftası.” Çetin Altan’ın 12 Mart darbesi sırasındaki tutukluluğunu anlattığı romanının adı. İlhan o bir avuç gökyüzünden gördüğü dünyayı, hayatı 8 şiir kitabına yazdı, son olarak da Karınca Yuvasını Dağıtmamak adıyla, çocukluğu, gençliği, mahpusluğu ve şiirinden söz ettiği bir yaşam kitabı yayımladı. Onu okuyunca, benim ‘şiirle düşünmek’ dediğim ne ki, şiiri bir ölçü olarak ele alan ve 27 yıldır bu ölçüyle yaşayan bir insanın, kendisine şiirden bir yaşam kurduğunu ve şiirin onda her şeyi kapsayan bir terbiyeye dönüşerek, kuvvetli bir şair ve insan-ı kâmil dediğimiz bir adam yarattığını gördüm.

►Haydar Ergülen için “ne önemi var” sürekli yazmanın?

Sürekli okumak gibi bir önemi var. Benim asıl derdim okumak. Okuya okuya ne olacak, yazıyorsun işte! Başkalarının yüzünden yazıyorum, başka kitaplar yüzünden. Onları okuyunca benim de içime yazma isteği geliyor, yazmadan da gitmiyor. Az okuyarak ya da pek okumadan yazdıklarını söyleyenler de var, ama ben onlardan değilim, beni başka kitaplar kışkırtıyor! Sürekli yazmam sürekli okumamdan kısacası!

►İnsanı yavaşlatan çokça önem verdiği fark etmediği, fazlalıkları mı? Fazlalıklarınız ve azlıklarınız üzerine neler söylersiniz? Bu durumun –yazın- yaşamına yansıması nasıl oluyor?

Keşkelerimiz azalsa da bitmiyor! Fazlalıklarımın başında fazla yazmam geliyor, azlıklarımın başında da fazla yazmaktan ötürü, başta sinema, müzik olmak üzere çok sevdiğim alanlara eskisi gibi vakit ayıramamak! Salgında evde kapalı kalınca, geçen yıl, hayli film izlemiştim, fakat çok uzayıp bitmek bilmeyince, o hava kayboldu, yani eskisi gibi oldu bir bakıma, ben de okumaya, şiire ve yazıya döndüm. Bu arada gördüğün gibi, yavaşlamak ne kelime, hızlanmış durumdayım, yazılar, kitaplar, yeni çıkacaklar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir