Mehmet Yıldız ”  “ Göç ve Mülteci Politikasına karşı Irkçı Koroya DUR diyelim“

Başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da uzun süredir gündemin ilk maddesi olan göçmenler ve mülteciler hakkında Hamburg Eyalet Bağımsız Milletvekili Mehmet Yıldız, çok önemli tespitleri içeren bir rapor yayınladı.

İŞTE MEHMET YILDIZ‘IN “MÜLTECİ RAPORU“:

Özellikle siyasetçilerin ve merkez medyanın körüklemesiyle birlikte mülteciler ve göçmenler üzerinden ırkçı bir politika yürütülüyor. Kapitalist toplumun iflasından göçmenler ve mülteciler sorumlu tutulmaya çalışılıyor. Sanki milyonlarca insan Avrupa sınır kapılarında bekliyormuş ve sanki insanlar gönüllü olarak sevdiklerini, vatanlarını hiçbir zorunluluk olmadan veya ekonomik nedenlerle binlerce kilometre uzaktaki ülkelere kaçıyorlar, gibi tasvir ediliyor.

GÖÇ NEDENLERİ
Jeostratejik güdümlü neo-sömürgeci Alman dış politikasının, milyonlarca insanın ülkelerini terk etmek zorunda kalmasına tartışmak yerine, mültecilerin sırtından ırkçı bir tartışma yürütülüyor. Almanya, silah ihracatı, savaşlara doğrudan veya dolaylı katılım (Ukrayna, Yemen, Suriye), örneğin Afrika ülkeleriyle dengesiz ticari ilişkiler veya bu ülkelerde tarımı yok eden AB sübvansiyonları yoluyla mültecilere neden oluyor. 

Bunun örnekler çoğaltılarak, Afrika ülkelerine ihracatının oradaki üretimi felç ettiği ucuz süt, tavuk veya et üretimine yönelik sübvansiyonlar yapılıyor. Avrupa tarım üreticisi çiftçisini destekliyor ve piyasadan ucuza mal edilen et,süt, tavuk gibi temel gıda maddelerin Afrika’ya ihraç edilip yerli üreticiye darbe vuruluyor.  Batılı büyük balıkçılık şirketleri Afrika kıyılarında aşırı avlanma yoluyla denizlerin yağmalanması ve bunun sonucunda oradaki balıkçıların geçim kaynaklarının kaybedilmesi de bir başka nedendir.  Ayrıca yer altı kaynakları ve enerji hammaddelerin sömürüsü de söz konusudur: Uranyum, koltan, elmas, altın, gaz, petrol gibi madenler ile birlikte çevrenin doğanın tahrip edilmesi ve yapılan anlaşmalar yoluyla yerel ekonomilerin güçlenmesinin engelleniyor. 
Bu politikanın bir sonucu olarak insanlar savaş, çevre felaketleri, yoksulluk ve umutsuzluk nedeniyle ülkelerini terk ediyor. Çoğu insan bölgedeki ülkelere (örneğin Batı Afrika veya Kuzey Afrika, Orta Doğu) göç ediyorlar, sadece küçük bir yüzdesi ise Avrupa’ya göç ediyor. Ancak Avrupa’ya göçmek isteyen herkes, AB’nin askeri yöntemleri ve uluslararası hukuku ihlal eden uygulamaları karşı karşıya kalıyorlar. 20 yılda 70.000‘den fazla insan Akdeniz’de Avrupa’ya göç ederken boğuldu.

KALİFİYELİ İŞÇİLERİN İŞE ALINMASI:“MODERN KÖLELİĞİN YENİ BİR BİÇİMİ“
Özellikle gündemi meşgul eden bir başka konu ise Almanya’nın ihtiyaç duyduğu alanlarda vasıflı işçileri Almanya’ya getirmesidir. Alman sermayesi burada yaşayan insanları eğitmeyi ya da temelden yetiştirmeyi seçmeyip yıllarca yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürdüğü yetmiyormuş gibi ülkelerin şimde de kalifiyeli insan gücüne göz dikti.

MÜLTECİLER VE GÖÇMENLER GÜNAH KEÇİSİ İLAN EDİLİYOR
Mülteci ve göç tartışmalarının arka planında diğer bir gerçek ise, sermayeye egemen güçlerin yaşadıkları ekonomik krizin üstünü örtmek için bir paravandır. 2008 ve 2009 mali krizi henüz aşılamadı ve bu 2018/2019 küresel ekonomik krizine dönüştü. Corona önlemleri, Ukrayna savaşı ve şimdi de İsrail-Filistin çatışması, dikkatleri krizden uzaklaştırmak için kullanılıyor.

Birkaç yıldır burjuva medyasında büyük ölçüde gerçekler gizlenirken, aynı zamanda iktidardakilerin çıkarları doğrultusunda haberler yapılıyor. Medya, lobi ve siyaset arasındaki bağlantılar ve çıkar ilişkileri ZDF‘de yayınlanan “Die Anstalt” isimli programda  birçok ünlü araştırmacı gazeteci tarafından ortaya çıkarıldı. Bu bağlamda, krizi mümkün olan en iyi şekilde gizlemek veya yönetmek için, işsizleri mültecilere, Almanları da göçmenlere karşı kullanma kartını öne sürüyorlar.
Mültecilerin duruma ilişkin tartışmaları kasıtlı olarak ortaya atarak toplumu bu yalanlarla kandırmaya çalışıyorlar.  Mültecileri enflasyonun ve krizin sorumlusu olarak hedef tahtasına oturtuyorlar. Örneğin çıkan bazı haberde Almanların diş doktoruna gitmek için daha fazla beklemesi gerektiği çünkü mültecilerin  güya tercih edildiği, mültecilerin sosyal yardım aldığı, Almanların sosyal yardım almadığı veya mülteci çocukların Almancayı yeterince iyi konuşamadıkları gibi bir takım yalan argümanlar ile toplumu bölmeye çalışıyorlar. Oysa bunların aksine kırsal ve nüfusun az yaşadığı bölgelerde çok az diş hekimi var; çünkü orada çalışma koşulları çok kötü. Diğer bir çürütülen argüman ise mülteci çocukları KİTA’ya ya da okula başladıkları zaman çok çabuk bir şekilde Almancayı öğreniyorlar. 

CDU’lu politikacıların (Friedrich Merz gibi) mültecilere karşı bir atmosfer yaratmak için düpedüz yalan söyledikleri kanıtlanmıştır. Yıllardır doktor sıkıntısı çektiğimiz gerçeğinden de bahsedebilirler. Gerçek şu ki, mültecilerin acil tıp dışında sağlık hizmeti alma hakları bile yok. Sığınmacılar Yardım Yasası’na bakarsanız, insanların temel ihtiyaçlarını bile karşılamadığını, birçok mülteci ve göçmenin fiilen yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakıldığını fark edeceksiniz. Genel olarak, erken çocuk eğitimi, kreşler ve okullarda bir çok koşulun eksikliği söz konusudur. Eğitimci ve öğretmen açığı ülke çapında bir sorundur. Eğitim sistemi perişan bir durumdadır. Bu gerçek sorunları görmeyip her şeyi göçmen kökenli insanlara ya da çocuklara yüklemek toplumu bölmeye yönelik kasıtlı ve kötü niyetli bir girişimden başka bir şey değildir. 

YENİ GÖÇMENLİK YASASI ASLINDA NE?
Geçtiğimiz haftalarda Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser (SPD) tarafından sunulan ve “Ülkede kalma hakkı olmayan kişilerin hızlı bir şekilde sınırdışı edilmesini gerektiğini” temel alan “yurtlarına geri dönmeyi iyileştirmeye yönelik yasa tasarısını” onayladı. Faeser, “Temel sığınma hakkının korunması için düzensiz göçün sınırlandırılması gerektiğini” açıkladı.

Bu tasarısının gerçekler ile uzaktan yakından ilgisi yok, çünkü sığınma hakkı Cenevre Sözleşmeleri tarafından garanti altına alınıyor. Ama Federal Hükümet bunu yok sayarak uluslararası mülteci hukukunu baltalanıyor. Mültecilerin göçme nedenleri savaşlar, sömürgecilik ve doğanın tahribatıdır.
Hükümetin yasa taslağının detaylarına baktığımız zaman daha fazla tedbirler ve geri dönüşü hızlandıran bir takım düzenlemeler göze çarpıyor. Bunun yanı sıra kimlik bilgilerinin tespiti kolaylaştırmak, konaklanılan hanenin genişletilmiş araması, sınır dışı edilmeyi bekleyen gözaltı süresinin 10 günden 28 güne uzatılmasını ve ülkeyi terk etmesi gereken kişilerin hemen sınırdışı edilmesi gibi ihlalleri içeriyor. 

Sözde tehdit olarak sınıflandırılan kişilerin herhangi bir kriter olmaksızın polis yetkilileri tarafından sınır dışı edilmesi de kolaylaştırılmaktadır. Tasarı, “suç örgütüne üyeliği kanıtlayan yeterli deliller” temelinde, “cezai hükümlere bakılmaksızın” sınır dışı edilmeleri öngörüyor. Bununla hangi gerçeklerin kastedildiği belirtilmemiştir. Taslağın tamamı, sınır dışı etmelerde keyfileştiriyor.  Bu durum temel insan haklarına aykırıdır.

Friedrich Merz ve Jens Spahn gibi muhafazakar politikacılar bunu kullanarak “düzensiz göçü” yasaları değiştirerek bir çözüme kavuşturacağına inanıyor. Mültecilere Avrupa’da hiçbir şanslarının olmadığını göstermek adına AB’nin dış sınırlarının güvenliğinin sağlanmasının önemine vurgu yapılıyor. CDU‘nun muhafazakarlarının açıktan destek verdiği bu tasarı insanlık dışıdır ve uluslararası hukuku ve insan haklarını ihlal ediyor. En önemliside ırkçılık körükleniyor.

Ekonomik krizden, yükselen enflasyondan, artan hayat pahalılığından, sosyal sistem ve eğitim için fiilen ihtiyaç duyulan mali kaynakların savaş maliyetleri ve yeniden silahlanmaya harcanmasından bir kez daha mülteciler sorumlu tutuluyor. Bu durum aşırı sağcıların giderek güçlenmesine ve toplumsal açıdan kabul edilebilir hale gelmesine yol açıyor.  
Almanya’ya sığınan insanları için Almanya dışında (BDR – Federal Almanya Cumhuriyeti döneminden 1980’lerde uygulandı) ve AB sınırları dışında kamplara yerleştirme planı bir sonraki adım olarak görülüyor. Bu durum yasal prosedürlerin yürültülmesi açısından yanlış aynı zamanda Anayasa’da aykırıdır. Federal Almanya’ya yada AB ülkelerine göçen insanların ülkeye girişleri engelleniyorsa bu insanların adil mülteci hakları nasıl düzenlenecek? Çünkü bu uygulama anayasa tarafından korunan adil yargılanma hakkını insanların elinden alıyor. Bu durumda Federal Almanya Cumhuriyeti Anayasası  ve Avrupa sözleşmelerinin temel ilkelerini terk ediyor demektir. Bu uygulama onaylanır ve kabul edilirse, gelecekte sadece mülteciler etkilenmeyecek herkes için adaletsiz bir rejimin de başlangıcı olacaktır. 

AB sınırlarını kapatmak, Cenevre Mülteci Sözleşmesini ve uluslararası sözleşmeleri ihlal etmek yerine Almanya, burada yaşayan herkese temel haklar, çalışma haklarının düzenlenmesi ve ulaşılabilir sağlık hizmeti  vermelidir. Sığınmacıların göç etme nedenlerine çözüm bulmanın en iyi yolu, savaş ve sömürge politikasına son vermek, eşit temelde ticari ilişkiler kurmak, iklimi ciddi şekilde korumak ve tüm savaşları derhal durdurmaktan geçmektedir. 

Sonuç olarak, “ Göç ve Mülteci Politikasına karşı Irkçı Koroya DUR diyelim“

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir