Korona virüsüyle mücadelede geride kalan sürece baktığımızda kadınların yönettiği ülkelerin daha başarılı olduğunu görüyoruz. O ülkeler katı koşullar uygulanmadığı hâlde daha iyi sonuçlar elde ettiler. Peki bunun nedeni neydi?
Corona virüsünün Wuhan’da ortaya çıkışının üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Avrupa ülkeleri başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinin ikinci dalga ile mücadele ettiği şu günlerde başarı hikâyeleri ile dikkat çeken ülkeler de var. Bu sürecin en anlamlı detaylarından biri ise kadın yöneticilerin başarısı. Bu derlemede “Kadın liderlerin ortaya koyduğu başarının sırrı ne?” sorusuna yanıt arayacağız. Ancak öncesinde o liderleri ve ülkelerini bir hatırlayalım.
JACINDA ARDERN’DEN MİZAHİ BİR YAKLAŞIM
Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, 15 Mart 2019’da Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen terör saldırısının ardından çok önemli bir rol oynamış ve tüm dünyanın takdirini kazanmıştı. Başbakan Ardern, pandemi sürecinde de ülkesinin umudu oldu. Ardern, 12 Nisan’da toplu şekilde kutlanamayacak Paskalya Bayramı için şunları söylemişti: “*‘Diş Perisi ve Paskalya Tavşanı’nı kilit pozisyondaki çalışanlar olarak değerlendirdiğimizi öğrenmekten memnun kalacaksınız. Bu resmi statü sayesinde her ikisi de ulusal karantina sırasında önemli görevlerini yerine getirmeye devam edebilecek.”
*Yeni Zelanda’da Paskalya’nın geleneksel simgesi Tavşan’ın Paskalya Yumurtası getirdiğine, çocukların düştükten sonra yastığın altına koydukları bebek dişlerini de Diş Perisi’nin aldığına ve yerine hediye ya da para bıraktığına inanılıyor.
Ardern’in ortaya koyduğu bu mizahi yaklaşım halkının moralini artırmakta ne kadar etkili olundu bilinmez ama Yeni Zelanda, Norveç, İsviçre, Danimarka, Finlandiya, Almanya, İzlanda, Belçika (yılın büyük bir bölümünde), Tayvan ve İskoçya gibi kadın liderliğindeki ülkelerin örneklerine bakarsanız, verilerin düşündürücü olduğunu göreceksiniz.
Kadınlar tarafından yönetilen ülkelere baktığımızda, erkekler tarafından yönetilen ülkelerdeki okulların kapatılması ve seyahat kısıtlamaları gibi katı koşulların uygulanmadığını görüyoruz. Ancak buna rağmen ölüm oranları genel anlamda daha düşük seyrediyor.
O ÜLKELERDE SON DURUM
- Yeni Zelanda Kasım sonu itibariyle OECD ülkeleri arasındaki en düşük ölüm oranına sahip. Ülkede bir milyon kişiden 5,1’i yaşamını yitirdi.
- İzlanda, Norveç ve Finlandiya’da ise bir milyon kişide ölüm sayısı 100’ün altında tutuldu.
- Danimarka ve Almanya ise bir milyon kişi başına düşen ölüm sayısında 250’nin altında kaldılar.
- Almanya, ikinci dalgadan en çok etkilenen ülkelerden biri olsa da pandeminin başından itibaren ortaya koydukları mücadele birçok ülkeden daha iyiydi.
Hollanda, Fransa ve İsveç gibi erkeklerin liderlik ettiği ülkelerde aynı oran 500’ün üzerindeydi. İtalya, Birleşik Krallık ve ABD’de 780’in üzerindeydi. İspanya’da ise bu rakam 950’yi aştı.
Cinsiyet modelinin istisnası ise bu yıl Eylül ayına kadar kadın lider tarafından yönetilen Belçika oldu. Belçika’da bir milyon kişi başına düşen ölüm sayısı bin 400’ü aştı.
TEST KONUSUNDA KADIN LİDERLER DAHA TİTİZ
Bir araştırmaya göre kadın liderliğindeki ülkeler corona virüsü testi konusunda daha titiz davranıyor. Teyit edilen vaka sayısı başına ortalama test sayısına baktığımızda arada önemli bir fark olduğunu görüyoruz.
Kadınların yönetimindeki ülkelerde hükümete güvenin de daha iyi sevilerde olduğunu gösteren çalışmalar mevcut. Yeni Zelanda’da halkın yüzde 77’si hükümetin bilimsel tavsiyelerinden memnun. Almanya, Norveç ve Danimarka gibi kadın liderliğindeki diğer ülkelerde de halkın hükümete güveni yüksek seviyelerde. Güvensizlik anlamında en dikkate değer ülke ABD’de ise halkın yalnızca yüzde 18’inin yönetimden memnun olduğu belirtiliyor.
BİR KADIN LİDERLE DÜŞÜK ÖLÜM ORANI ARASINDAKİ FARK NE?
Bir kadın liderle düşük ölüm oranı arasında bir nedensellik göstermek pek mümkün değil. Financial Times’ta yer alan makalede bu durum şöyle özetleniyor: “Kadın bir liderin varlığı, bir ülkenin Covid-19 ile savaşmasına yardımcı olan faktörlerin nedeni değil, belirtisi olabilir. İskandinav ülkelerinin daha fazla kadın lidere sahip olmasının bir nedeni, her anlamda daha ilerici olmalarıdır. Bu durum, eğitimi yansıttığı gibi bilime inanma ve hükümetin tavsiyelerine kulak verme istekliliğini de besler.”
İskandinav ülkeleri, Yeni Zelanda ve İsviçre için de geçerli olan bu durum, ülkelerin küçük ve daha eşit olmasıyla da alakalı. İngiliz gazeteci ve yazar Gillian Tett’e göre kibir eksikliği de önemli bir faktör. Tett, ‘bilim insanlarını dinlemek’ ve ‘dersler çıkarmak için yeterli alçakgönüllülük’ özelliklerine dikkat çekiyor. Bir diğer faktör de empati. Tett makalesinde İngiliz Kamu Hizmetleri eski başkanı Gus O’Donnell’ın bir makalesine atıfta bulunuyor: “Pandemiler tek başına tıp bilimi tarafından yenilemez; pandemiyi kontrol altına almak, çoğunlukla davranışları değiştirerek sağlanır.”
OTOKRATİK VE DEMOKRATİK REJİMLER
Demokratik rejimlerin daha ikna edici olması gerektiğine dikkat çeken makalede otokratik ve demokratik rejimler ayrımı da yapılıyor. Bir ülkenin cumhuriyetle yönetiliyor olması otokratik olmadığı anlamına gelmiyor. Mesaj çok net. Demokrasinin içselleştirilmesi hem yönetenler hem de yönetilenler nazarında şart. Monarşinin bir çeşidi olan otokrasi, yani yöneticinin bütün siyasi yetkileri tek başına elinde bulundurduğu rejimlerde ise bu durum halkın yöneticiye olan güvenini etkiliyor. Böyle bir iklimde pandemi ile başa çıkmak daha da zor bir hâl alıyor.
Bu açıdan baktığımızda başarının özünde insanlarla anladıkları bir dilde konuşmak için empati sergileyen liderlerin büyük etkisi var. Gillian Tett’e göre; bu belki de diğer birçok kadın liderle birlikte Yeni Zelanda Başbakanı Ardern’in en büyük silahı.
ERKEKLER DE EMPATİ KURAR
Bu detaylar tabii ki erkek liderlerin empati kuramadığı veya tevazu gösteremediği anlamına gelmiyor. Aynı makalede ABD Başkanı Joe Biden’ın empatiyi seçim kampanyasının önemli bir unsuru hâline getirdiği ifade edilmiş. Kanada’nın başbakanı Justin Trudeau da sık sık bunu yapan liderlerden biri. Hatta İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın da Ardern’i örnek aldığı söylenebilir. Johnson, İngiltere’nin çocuklarına Noel Baba’nın kendilerini ziyaret edeceğine dair söz vermişti.
BİR ARAŞTIRMA: CİNSİYET GERÇEKTEN ÖNEMLİ Mİ?
Şimdi sırada Liverpool ve Reading üniversitelerinden iki akademisyenin yaptığı bir araştırma var. Araştırmanın başlığı şöyle: ‘Salgına Karşı Mücadelede Liderlik: Cinsiyet ‘Gerçekten’ Önemli mi?’ Yakın tarihli bu araştırma da Financial Times’taki makaleyi destekliyor. Araştırma; kadınların liderlik ettiği ülkelerin pandemiyle mücadelede erkekler tarafından yönetilen ülkelere göre genel olarak daha başarılı olduğunu söylüyor ve erkek liderler ile kadın liderlerin özelliklerine dikkat çekiliyor.
Erkek özellikleri
Liderlik, tarihsel olarak, iktidardaki erkekleri karakterize eden stereotipler açısından tanımlanmıştır: rasyonellik, pragmatizm, hiyerarşi ve kısa vadeli sonuçlara odaklanma. Bu, Reykjavik Liderlik Endeksi’nin ortaya koyduğu gibi, gücün meşruiyetinin neden erkeklerle daha fazla ilişkili olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor.
2018 yılında başlatılan endeks, G7 ülkeleri de dahil olmak üzere 11 farklı ülkede iktidardaki kadınların algılarını ölçmeye yardımcı oluyor. Farklı güç pozisyonlarında erkek ve kadın liderliğin algılanan meşruiyetini değerlendiriyor ve maalesef hâlâ büyük eşitsizlikler olduğunu gösteriyor.
Liderlik cinsiyetli mi?
Bu konuyla ilgili yapılar son araştırmalar, alfa erkek diye tanımlanan liderlerin bile kadın liderlerin yöntemlerini ve tarzlarını tercih ettiğini ve geliştiğini ortaya koyuyor. Uzmanlar yaşadığımız şu zamanda çok boyutlu liderlik tarzının avantajlarına dikkat çekiyor. Çalışanlar ilham almak ve güven duymak için liderlerine bakıyor. Liderin yorgunluk belirtilerine dikkat etmesini ve ihtiyacı olanlara destek vermesini bekliyorlar.
Liderlik rollerinde eşit sayıda kadın ve erkek olmadığı için cinsiyet ayrımı gözetmeyen bir liderlik tarzının var olup olmadığını zaman gösterecek. Başarılı olup olmayacağını görmek için de zamana ihtiyacımız var. Covid-19’u atlattığımızda ise dünyanın liderlik anlayışının ne kadar değişeceğini şimdiden bilmek güç. Ancak bugüne baktığımızda kadın liderlerin ön plana çıktığı söyleyebiliriz.
Kadınların liderliğe erişme yolunda engelleri
Kanada iş dünyasından bir örnek, kadınların liderlik rollerine erişmelerine engel oluşturan çeşitli zorluklara dikkat çekmiş. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Ön yargılar, klişeler, iş-yaşam dengesi, annelik nedeniyle devamsızlık ve kadınların gerçeklerine uygun olmayan kurumsal politikalar.
Bunlar zamanla değişebilecek dengeler. Dünyanın birçok ülkesinde şimdiden yansımalarını görebiliyoruz. Söz konusu makalede “kadınların, hayatlarının erken dönemlerinde lider olabileceklerini ve kendilerini sınırlamamaları gerektiğini bilmeleri gerekir” ifadesi kullanılıyor.
‘Bu geceyi izleyen küçük kız…’
Bu noktada Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni seçilen başkan yardımcısı Kamala Harris’in seçim gecesi söylediği sözler oldukça anlamlı: “Bu geceyi izleyen her küçük kız, buranın olasılıklar ülkesi olduğunu görüyor.”
Son olarak 21. yüzyıla bir parantez açmak lazım. Uzmanlara göre; 21. yüzyılın iklim değişikliği, sağlık, çevre, küresel kaynakların tükenmesi, yaşlanan nüfus, yetenek gelişimi, sosyal eşitsizlikler, uzaktan çalışma, yeni teknolojiler ve benzeri sorunları, yeni ve çok boyutlu bir liderlik tarzı gerektiriyor. Çünkü önümüzdeki zorluklar ancak herkesin eşit katkısıyla aşılabilir. Bu zorlukların üstesinden gelmek için ufukta görünen yeni bir model var: Herkesin becerisini, zekasını ve yeteneklerini bir araya getiren yeni bir liderlik modeli.