Siyaset Bilimci, Almanya Parlamentosu ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Eski Üyesi, Hamburg Türk Toplumu Kurucu Başkanı Prof. Dr. Hakkı Keskin, son günlerde Türkiye’de Medyanın gündeminde olan Şeyh Said konusunda bazı tarihsel ayrıntıları, önceki yıl yayınladığı kitabından aktardı.
İşte Prof. Hakkı Keskin’in yazısı:
Son günlerde Şeyh Said İsyanı ve bastırılması konusu, çok değer verdiğim gazeteciler ve siyasi parti yöneticileri tarafından da konuşulmaya başlandı. Cumhur İttifakının ortağı olan Hüdapar yöneticileri,, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yardımıyla Meclise taşındı. Türkiye Cumhuriyeti ve laiklik düşmanı olan bu kuruluşun, övgüler dizdiği Şeyh Said, böylece gündeme taşınır oldu.
Diyarbakır`da yapılmakta olan bir bulvara Şeyh Said’in isminin verilmesi büyük tepkilere yol açtı. Şeyh Said 1925 yılı başında, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı Şeriatı ve Halifeliği geri getirmek için savaş açarak yüzlerce kişinin ölümüne neden olmuştu. Bu karar, AKP`nin Diyarbakır’da kayyım atanan Vali Ali İhsan Su tarafından yönetilen Diyarbakır Büyükşehir Belediyesince alındı. Şeyh Said isyanının ayrıntılarını, aşağıdaki yazımızda okuyabilirsiniz.
“Şeyh Said isyanında asker olarak bulunmuş olan babam Hasan Keskin’le bu olayın ayrıntılarını yaptığım uzun söyleşimizde ses alıcıyla kaydetmiştim. İsyanın bastırılmasında bulunan bir canlı tanığın anlattıkları hayli ilginçti.
Batum`a tütün demetleme işçisi olarak 1913’te çocuk yaşında götürülen babam, Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 1914`te çıkan Birinci Dünya Savaşı nedeniyle, Türkiye’ye, 11 yıl sonra ancak 1924’te dönebildi. 1917 Ekim Devrimi sürecinde bulunduğu Rusya`da Kızıl Ordu`da süvari olarak iki yıl askerlik yaptı. Birçok kez ölümle burun buruna gelen babamın bu çok ilginç yaşam öyküsünün ses kaydını bugüne değin korudum. Babam, Türkiye’ye duyduğu derin özlem nedeniyle askerlik görevini dönebildiği yurdunda gönüllü olarak yaptı.
Almanya Türk Öğrenci Federasyonu Başkanı olarak yaptığım eleştiriler nedeniyle, 1969 ve 1971’de iki kez vatandaşlıktan çıkarıldım. Şükranla andığım avukatlarım Uğur Mumcu ve Uğur Alacakaptan’ın Danıştay’daki savunmalarıyla, Türkiye ve dünya kamuoyundaki tepkiler sonucu vatandaşlığımı geri kazandım.Almanyalı Türklerin ve göçmenlerin eşit haklara kavuşmaları konusunda 50 yılı bulan örgütlü mücadelem oldu. Babamın ses kaydında anlattıklarıyla kendi yaşam öykümü harmanlayıp kaleme aldığım kitap, Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu” adıyla Cumhuriyet yayınlarında iki baskı yaptı. Kitabımın editörlüğünü yapanlardan değerli yazarımız Ahmet Özer, internetteki açıklamasında Şeyh Said İsyanının ve bastırılmasının canlı tanığı olan babam Hasan Keskin`in anlattıklarına dikkat çekince, ben de bu yazımla konuyu dile getirme gereği duydum. (Bu konuya ilişkin bilgi için, binlerce sayfalık değişik kaynakları inceledim. Bakınız kitabın 440-449 sayfaları).
Şeyh Said, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti`ne karşı; dini, isyanın aracı olarak kullanır; bildiriler dağıtılarak vaizler verilerek halka: “Halifelik kaldırıldı, medreseler kapandı, din elden gidiyor.” (…) “Halife sizi bekliyor, Halifesiz Müslüman olmaz, Halife memleketten çıkarılamaz, Şiarımız dindir, Hükümet dinsizdir, Şeriat isteriz, Mekteplerde dinsizlik ilerliyor” diyerek isyanı başlatır. “Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkâr ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Muhammed’in şeriatına göre hela olduğunu” “Emir’ül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi” imzasıyla halka çeşitli beyannameleriyle açıklar.
Güneydoğu ve bazı doğu illerimizi kapsayan silahlı isyan hareketi, başından beri İngiltere tarafından açıkça destekleniyordu. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda, “Kürtlere ne kadar güvenmesek de onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir” diyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferansta söyledikleri de şöyledir: “Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.”
Lozan Anlaşmasına göre, Musul ve Kerkük şehirlerinde halk oylaması yapılacaktı. Oylamada halkın Türkiye`den yana karar vereceğini düşünen İngiltere hükümeti, bölgede Şeriatçı-Kürtçü bir ayaklanmanın çıkmasına destek oluyordu. Musul sorununun görüşülmesi için İngiltere hükümeti 6 Ağustos 1924’te Türkiye`nin henüz üyesi olmadığı Milletler Cemiyeti’ne başvurdu. Bir gün sonra, 7 Ağustos 1924’te Hakkâri’de İngilizlerle iş birliği içinde olan Kürt “Nesturî Ayaklanması” başladı. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin, yerinde incelemeler yapmakla görevlendirdiği üç kişilik İnceleme Komisyonu, Musul vilayetinde göreve başladığı 11 Şubat 1925’ten iki gün sonra da 13 Şubat 1925’te Doğu Anadolu’da Şeyh Said İsyanı başladı.
16 Şubat 1925’te 15 bini bulan silahlı kişiyle başlatılan İsyan: Muş, Ergani, Dersim, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van, Hakkâri ve Malatya illeriyle Kiğı, Hani, Maden, Silvan, Kulp ve Hınıs ilçeleri başta olmak üzere çok geniş bir alanı kapsıyordu. Hani, Maden, Silvan, Siverek, Ergani, Varto ve Kulp ilçelerini isyancılar ele geçirmişti. Şeyh Said tarafından yönetilen 10 bin kişilik isyancıyla Diyarbakır kuşatılmıştı. İki ay süren bu silahlı isyanda yüzlerce devlet görevlisi ve vatandaş yaşamını yitirmişti.
İngilizler tarafından desteklenen bu denli geniş kapsamlı silahlı isyanın Türkiye Cumhuriyeti`nin kuruluşundan 27 ay sonra başlaması, genç Cumhuriyeti yok etme amacını taşıyordu. İsyancıların yazılı açıklamaları bunun kanıtıdır. Şeyh Said ayaklanmasının İngiltere tarafından desteklenerek Musul ve Kerkük olayında koçbaşı olarak kullanılması bir yana, aynı İngiltere’nin yeni kurulmuş Cumhuriyet hükümetinin, geniş kapsamlı bu “Şeriatçı-Kürtçü” isyanlarla uğraşırken, Milletler Cemiyeti de araç edilerek Musul ve Kerkük’ün oylamayla Türkiye`ye katılması engellenmiş oldu!
Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti`ni ortadan kaldırmak amacıyla ve İngiltere`nin o tarihte gündemdeki Musul sorununun kendi yararına çözülebilmesi amacıyla başlatılan ve çok sayıda vatandaşın katledilmesine yol açan silahlı isyana karşı, Türkiye Cumhuriyeti, her ülkenin en tabii hakkı olanı yapmış; silahlı isyanı bastırmıştır. Bunun yüz yıl sonra haklılık bakımından tartışılacak bir yönü yoktur.
1924-1925 yıllarında babam Hasan Keskin, bu isyanın bastırılmasında Hınıs’ta askerdi. Olayların canlı tanığı olarak isyancılarla çatışmaları ve isyanın bastırılması hakkında yaşadıklarını anlattığı ve benim kayda geçtiğim çalışma, bu konuda önemli bir belge niteliği taşır:
“Duyduk ki yeni kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti`ne ve Atatürk`e karşı bir isyan başlatıldı. Bunun İngilizlerin desteğiyle padişahlığı ve şeriatı geri getirmek isteyen bir isyan hareketi olduğunu öğrendik. Yani İngilizlerin desteklediği eski sistemi, padişahlığı ve şeriatı geri getirmeyi amaçlayan bir isyan hareketi. Bu isyancıların bazı yerleri işgal ettiğini duyduk. Duyduk ki, Sultan Vahdettin taraftarları İngilizlerle ilişkiye geçerek bir isyan hareketi başlatmak istiyorlar.”
Erzurum’un ilçesi Hınıs’a bağlı Kolhisar köyünde doğan Şeyh Said`in evi, babamın askerlik yaptığı Hınıs’taki askeri şubenin karşısındaydı. Hatta bir cuma günü camiden çıkarken kendisine Şeyh Sait’in gösterildiğini anlatır.
İsyancıların Hınıs’ı kuşatarak, Ruslardan ele geçirilen çok miktarda silah ve cephanenin bulunduğu deponun, ele geçmemesi için babam Hasan Keskin, bir grup asker arkadaşıyla, burayı ele geçirmek isteyen isyancılara karşı yaşadıkları silahlı çatışmaları anlatır.
Şeyh Said, iki ay kadar süren silahlı çatışma sonunda, “25 kadar şeyhiyle Varto yakınlarındaki Çarpuh deresi üzerinde bulunan köprüden İran’a kaçmak isterken yakalandığını” anlatan babam sözlerini şöyle sürdürür: “Söylendiğine göre Şeyh Said`in yanında iki katıra yüklenmiş çok miktarda altın para götürülmekteydi. Şeyh Said, 12.ci Fırka Kumandanı Asım Paşa’ya teslim edildi. Asım Paşa din konusunda son derece bilgili biriydi. Şeyh Said’e, ‘Bu yaptığınla çok sayıda insanın kanı döküldü, buna yazık değil mi? Bu isyanı neden yaptın? Öteki dünyaya gidip ne diyeceksin?’ diye sordu. Söylendiğine göre Şeyh Said bu soruya: ‘Sebep olanın gözü çıksın, sebep olanın gözü çıksın, Allah’tan bulsunlar’ diye cevap vermiş.”
Şeyh Said, 26 Mayıs 1925’te yakalanan diğer isyancılarla birlikte Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmak üzere Diyarbakır’a götürüldü. Onunla yakalanan çoğu şeyh unvanı olan kişilerin, 26 Mayıs-27 Haziran 1925 arasında yargılanmaları sonucunda 29’unun idamına karar verildi. Ayni mahkemede yargılanan diğer kişiler ise farklı cezalara çarptırıldı. İdam mahkûmları, 28 Haziran 1925 gece yarısı idam edildiler. Hâkim Mehmet Aydoğan mahkeme kararında: “Senelerden beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen bu bölgenin zavallı halkı, artık sizin kışkırtıcılığınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyetimizin verimli illerinde ve saadet vaat eden yollarında yürüyerek refah ve saadet içinde yaşayacaktır. Siz döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz. İşte Cumhuriyet`in sert fakat adil kanunlarının hükmü budur”.
Bakınız: Hakkı Keskin, “Kızıl Ordu Süvarisi Trabzonlu Hacı Hasan ve Yedinci Oğlu, s. 447-448). 18.12.2023