Almanya’nın basketbol heyecanı kısa sürdü: Yine futbol

BİRGÜN Gazetesi’nden, Gürsel Köksal’ın Köşe Yazısı :

Almanya’nın sadece bir maç için teknik direktörlüğü üstlenen Rudi Völler’in yönetimindeki milli futbolcuları, şu anda dünyanın en güçlü takımlarından Fransa’yı 2-1yenerek makus talihlerini yendiler. Son iki dünya kupasında yaşanan başarısızlıkların ve özellikle de dört gün önce Japonya karşısındaki 1-4’lük hezimetin sorumlusu olarak görevden alınan Hansi Flick’in yerine yeni teknik direktör atanana kadar, geçici olarak takımın başına geçen Völler’in başarısı, büyük bir çöküş sürecindeki Alman futbolunun eski şaşalı günlerini hatırlatırcasına kutlanıyor. Daha birkaç gün önce günlük gazetelerin manşetten verdiği haberlerde başarısızlıkları “utanç verici!” olarak değerlendirilen milliler, Dortmund’da 60 bin seyirci ve televizyon başındaki milyorlarca izleyici karşısında, dünya ikincisi Fransa’yı yenerek, yeniden gündemin başına oturdular.

Almanya bu arada basketbolda mucize yaratarak, dünya şampiyonu olmuştu. Ve bu şampiyonluk sayesinde basketbol sporu ve Amerika, Sırbistan gibi dünyanın en iyi takımlarını yenerek şampiyonluğu alan milli takım, ülke gündemine gelmiş. Her zaman futbolun gölgesinde kalan, bir avuç basketbolsever dışında kamuoyunun gündemine neredeyse hiç gelmeyen basketbolcular, özellikle de takımın olağanüstü başarılı kaptanı Dennis Schröder, kısa sürede ülkenin en sevilen sporcuları olmuşlardı. Birçok insan Alman milli takımının siyahi kaptanının annesinin Afrikalı bir göçmen olduğunu da bu sayede öğrendi. Alman kamuoyu iki gün boyunca Filipinler’in başkenti Manila’da, 25 bin kişilik bir salonda oynanan ve beş milyona yakın insanın televizyonlardan naklen izlediği final maçına kitlendi. Kamu televizyon kanalı ZDF, geç de olsa bu maçı yayınlayarak, milyonlarca sporseverin milli takımın sürpriz şampiyonluğunu izlemesini sağladı.  

Ancak futbol dünyası ikinci plana düşmeyi asla kabullenemezdi ve Fransa karşısındaki başarıyla bu durum sadece iki gün sürebildi. Yoksa futboldaki gerilemeyi, ekonomik olarak yaşadığı son krizler nedeniyle “Avrupa’nın hasta adamı” ilan edilen Almanya’nın içinde olduğu durumla bile açıklamaya kalkan yorumlar devam edecekti.

∗∗∗

Her şey normale döndü. Ana akım medya sayesinde basketbolcular “hakettikleri yere”, ikinci ve hatta üçüncü sıraya itildiler. Şimdi sevilen futbol adamı Rudi Völler’in neden ekibiyle birlikte milli takımın başında sürekli olarak kalmadığı sorusu var gündemde. Aktif futbol oynadığı dönemde milli takım kaptanlığını da üstlenen Völler, bir süredir “spor direktörü” olarak Alman Futbol Federasyonu’na (DFB) danışmanlık yapıyor, milli takımın toparlanma sürecine eşlik ediyordu. Teknik Direktör Flick’in görevden alınmasının ardından bu görevi vekaleten üstlenen Völler, “Aslında bunu yapmak da istemiyordum. Ancak şimdi kendimi sorumlu hissediyorum ve seve seve yardımcı olacağım. Ancak teknik direktör olarak başkasını görevlendireceğiz” demişti.

Völler’in bu görevde kalmayacağı kesinleştiği için son zamanlardaki başarısızlıklar nedeniyle topun ağzında olan Flick’in yerine kimin getirilebileceği tartışmaları daha da yoğunlaşarak devam ediyor.

Adaylar arasında adı en çok öne çıkan Bayern Münih’in başarılı teknik direktörü Julian Nagelsmann. Aslında 2026’ya kadar sözleşmesi olan genç antrenörün de bu parlak görevi üstlenmek istiyor, ancak bunun için Bayern Münih’ten alacağı milyonlarca euroluk gelirden vazgeçmesi gerekiyor. Aslında bu iş için yıllardan beri konuşulan diğer isim ise Jürgen Klopp. Liverpool’u yıllardır başarıdan başarıya koşturan Klopp’un da sözleşmesi 2026’ya kadar. Ve orayı bırakıp, Almanya’ya gelmesi çok zor. Eski milli futbolcu ve antrenör Mattias Sommer ile Benfica Lizbon’u çalıştıran Roger Schmidt’in de adı geçiyor yeni teknik direktör adayları arasında.

∗∗∗

Bu arada milli takımların başına Alman teknik direktör getirmiş olan Türkiye (Stefan Kuntz), Avusturya (Ralf Rangnich) ve Belçika’yı (Domenico Todesco) örnek gösterip, “Neden Alman milli takımında da bir yabancı teknik direktör olmasın?” sorusu gündeme getirildi. Louis van Gaal (Bayern Münih’in eski Hollandalı antrenörü) ve Oliver Glasner (Eintracht Frankfurt’ın Avusturyalı antrenörü) gibi yabancı hocaların Alman takımlarını uluslararası başarılara götürebildiğine işaret edenler, DFB’nin 100 yılı aşan tarihinin 12’nci teknik direktörünün artık bir yabancı olabileceğini savunuyorlar.

Bütün bu tartışmalar olurken futbol ve basketbolun sadece bir spor karşılaşması olmadığı, çok farklı toplumsal boyutları olduğu da yeniden gündeme geldi. Mesut Özil’in Alman milli takımın 2018 dünya kupasındaki hezimetinden sorumlu tutulup, karşı karşıya kaldığı “ırkçılık”, halen önemli bir sorun.

Ancak şampiyon basketbolcuların başındaki siyahi kaptan, başarısız futbol takımının en istikrarlı oyuncularının başında gelen Kaptan İlkay Gündoğan ile Emre Can’la, diğer göçmen kökenli gençler, artık bir “göç ülkesi” olduğunu resmen de kabul eden Almanya’nın “geriye dönüşü olmayan” bir gerçeği. Ve her geçen biraz daha güçlenen aşırı sağ zehirinin panzehiri fonksiyonunu da yerine getiriyorlar.

KAYNAK :

https://www.birgun.net/makale/almanyanin-basketbol-heyecani-kisa-surdu-yine-futbol-468644

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir