Türkiye A Milli takımının 1 hafta içersinde biri özel olmak üzere ikisi deplasmanda oynadığı toplam 3 maçın da beraberlikle sonuçlanması karşısında Gazetem’in deneyimli spor yazarı Hakan Ortatepe de son 3 maçı da her yönüyle yorumladı.
İşte Hakan Ortatepe’nin zevkle okuyacağınız yorum yazısı:
Milli Takım arka arkaya 3 maç yaptı. Önce özel maç Almanya ve sonrasında Avrupa Uluslar Ligi grubumuzdaki rakiplerimiz Rusya ve Sırbistan ile karşılaştı. Oynadığımız bu üç maçın hepsine genel bir bakış yapıp o şekilde yorumlamak daha doğru olur.
ÖNCE ALMANYA İLE DOSTLUK MAÇI
Her ne kadar hazırlık maçı da olsa, rakip 4 kez dünya şampiyonluğu yaşamış, futbol ekolü bir ülke Almanya. Bu ülkede yaşayan milyonlarca insanımız var ve bu nedenle bu maçın sonucu önemli. Özelliklide de burada yaşayan biz gurbetçiler açısından iki kat daha önemli, çünkü artık yerleştiğimiz bu ülkede maçtan sonraki gün ve günlerde başımız dik gezebilmek oldukça önemli bizim için. 3-3’lük karşılaşmada oynadığımız futboldan keyiflendik ve aldığımız bu sonuçla da ilerisi için ümitlendik.
ŞENOL HOCA NE YAPMAK İSTİYOR ?
Grubumuzda oynadığımız ilk maçlarda Macaristan ve Sırbistan karşısında tamamen farklı iki kadro ile sahaya çıkan ve eleştiri alan Şenol Güneş Hoca için “Kadrodaki herkesi görmek istiyor, bildiği bir şey var” demiştik. Almanya maçında da denemeler yaptı ve bu şekilde de doğruya ulaşacağız diye düşündük.
Ancak Rusya (1-1) ve Sırbistan’a (2-2) karşı oynadığımız grup maçlarında artık oyuncu denemek yerine, oyun oynamanın gerekliliğini gördük. Almanya, Rusya ve Sırbistan maçalarının ortak özellikleri var ve hepsinde de geri dönüş yaptık ama hepsinde farklı oyun oynadık.
AH BURAK AH!
Tek tek oyuncularımızı değerlendirmenin gereği yok, hepsi mücadele ediyor. Kenar yönetiminin oyuncu değişikliklerinde “Geç mi kaldı, daha erken müdahale etseydi” söylemini tartışmanın da gereği yok. Ancak burada, Sırbistan maçının sonlarında kırmızı kart gören Burak Yılmaz için bir parantez açmak gerek. 4 büyüklerin yanısıra diğer takımlarımızda da oynamış, ligimizde gol kralı olmuş ve ülke dışında da oynayan yeterli tecrübe ve futbol bilgisine sahip olduğunu düşündüğümüz bir futbolcu. Ancak neden Rusya’da Dyzuba’nın yaptığının yarısını yapamaz, neden mesela Kenan’a bir tane gol pası atamaz, neden hep kendi ön planda olmak ister? 10 yıl önce de ofsayta düşme rekoru kırıyordu ve hâlen bu konuda çok istikrarlı(!), aynı şekilde devam ediyor. Peki neden bu koca 10 yılda bunu öğrenemez ???Neden biz kişilere bu kadar bağımlı oyun oynuyoruz. Hep neden, neden!..Aslında iki seçenek var. İlk seçenek, ortaya koymak istediğimiz sistemi belirlemek, ondan sonraki etapta bu sistemi oynayabilecek oyuncu grubunu bir araya getirmek. Eğer bu olmuyorsa ikinci yol, eldeki oyuncuların verimliliğini en üst düzeyde ortaya koyabilecekleri bir sistem oluşturmak. Uzun vadede başarı için ilk seçenek daha doğru gibi gözüküyor.
Elbette başarılı olmak istiyoruz.. Oyun yapısı, sistem, oyuncu ve diğer şartlar önemli ama asıl önemli olan mantalite ve bakış açısı. Hep aynı şekil düşünmekten ve aynı bakış açısı ile bakmaktan vazgeçmek, gelişen şartlara göre bunları uydurmak çok önemli.
Örneğin halen hep “Bu maçta hatalarımızı gördük bundan dersler çıkaracağız” deyip, o dersi bir türlü çıkaramıyoruz.
O dersi çıkarmamız, ısrarla aynı şeyleri yapmaktan vazgeçmemiz ve en önemlisi kompleksten kurtulup, olayları gereğinden fazla büyütmeye son vermemiz gerekiyor.
NE ZAMAN ve NASIL ?
İnanın, maçı anlatan spikerimiz, ceza sahasının önünde faul kazandığımızda, seneler önce Malta’nın bize attığı ilk goldeki kadar sevinmediği zaman, maç sonunda teknik direktörümüzün, Almanya teknik direktörünü tebrik ederkenki vücut dilinin, yine Almanya ile oynadığı maçtan sonra aynı teknik direktörü tebrik eden ve bir avuç dediğimiz İsviçre’nin teknik direktörünün vücut dili ile aynı olduğu zaman..Yine maç sonundaki röportajlarda muhabirlerimizin rakip takımın teknik direktörüne ilk soru olarak “Türkiye’yi nasıl buldunuz?” yerine oynadıkları oyun ile ilgili soru sorabildiği zaman, ortaya farklılıklar koymuş olacağız.