Bilimsel kariyerine, 1973 yılında Hamburg Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde başlayan Prof. Harun Gümrükçü; Yrd.Doç.Dr. olarak, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler, Uluslararası İlişkiler, bölümünde, sonrasında Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,Uluslararası İlişkiler bölümüne Prof.Dr. olarak çalışmıştır. Almanca, İngilizce ve Türkçe dillerinde olmak üzere 18 kitap ve yüze yakın akalesi bulunan Prof. Harun Gümrükçü, halen Antalya Bilim Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Dekanı olarak görev yapmaktadır.
Röportaj : Mehmet Atak
Sayın Gümrükçü, 24 Temmuz 1923’te imzalanan ve Türk tarihinde çok önemli bir yeri olan Lozan Barış Antlaşması’nın üzerinden 100 yıl geçti. Türkiye için o günün şartlarında Lozan Antlaşması ne anlama geliyor, içeriğinde hangi önemli maddeler var?
H.Gümrükçü : Siyasal Bilimler Bölümü derslerimizde öğrencilerimize ‘En başarılı diplomatik eylem, ideal olanı için uğraşmak yerine, mevcut şartlarda en mümkün olanı elde etme sanatıdır.’ diye klasik bir cümle kullanırız. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak Lozan Konferansı’yla başlayan ve en nihayetinde Lozan Barış Antlaşması’yla biten süreç gösterilir. Bu sonuca varmak için İstiklal Savaşı’nın hemen bitiminde imzalanan Mudanya Mütarekesi bu yola giden önemli bir adım olmuştu. Ulus-devlet olarak inşa edilen Modern Türkiye ile Birinci Dünya Savaşı’nın İhtilaf Devletleri arasında çetin müzakereler yaşandı. Bu müzakerelerde ülkemizin temel hedefi, uluslararası alanda bağımsızlığını ve toprakları üzerinde egemenliğini kabul ettirtmekti. Bu alanlarda istenilen sonuca varılarak Sevr Antlaşması tarihin çöp sepetine atıldı. Bunun bir sonucu olarak Türkiye’nin üniter yapısı korunarak etnik yapıya dayalı otonom bölgelere izin verilmedi. Sadece gayrimüslim azınlıklara Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan Millet Sistemi’ne benzer imtiyazlar sağlandı. Yahudi cemaati genel olarak Modern Cumhuriyeti’nin vatandaşlarına tanıdığı hakları yeterli görerek azınlık statüsünü geri çevirdi. Yunanlıların ‘Megali İdea (Büyük Yunanistan)’ idealleri Batı Anadolu’dan Ege Denizi’ne sürülmeleriyle bir daha geri dönmemek üzere tamamen ortadan kalktı. Antlaşmanın başka bir sonucu olarak tarihte ilk defa iki ülke -Türkiye ve Yunanistan- arasında ‘Nüfus Mübadelesi’ gerçekleşti. Milyonlarca insan -trajik bazı sonuçlarıyla birlikte- yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan kontrollü ve barış içerisinde yeni yurtlarına yerleştirildi. Lozan Barış Antlaşması ile o zamanki ismiyle Büyük Britanya İmparatorluğu’nun büyük direnişiyle Kerkük-Musul sorunu çözülememişti. Ertelenen bu sorun İngilizlerin kışkırtmasıyla ortaya çıkan Şeyh Sait İsyanı ile aleyhimize bir şekilde sonuçlanmıştı. O zamanki Alman kaynakları bu süreci yakın takip ederek ortaya koymuşlardı.
Aylarca süren müzakereler sonucu yapılan Lozan Barış Antlaşması’nda hangi devletlerin ve kimlerin imzası bulunuyor?
H.Gümrükçü : Lozan Konferansı Kasım 1922’de başlamasına rağmen akit taraflar arasında sorunlar yaşanınca Türk Heyeti Şubat-Nisan 1923 döneminde Türkiye’ye geri dönmüştü. Türk tarafının beklentilerinin karşılanacağı sinyalinden sonra müzakereler tekrar başlamış ve Konferans çalışmalarının 24 Temmuz 1923’te başarılı bir şekilde bitmesiyle antlaşma, taraflarca imzalanmıştı. Bu Konferans’ın bitiminden yaklaşık üç ay sonra da Saltanat kaldırılarak Cumhuriyet ilan edilmişti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulması istenen ‘Yeni Dünya’ düzeninin temellerini oluşturmak için farklı ülkelere dönük değişik antlaşmalar imzalanmıştı. Bu antlaşmalar Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan küresel güçler dengesinin bir ürünüydü. Lozan Barış Antlaşması da bu yeni bakışla düzenlenen antlaşmalar dizisinin bir parçası ve onun akit taraflarca bittiğinin bir kanıtıydı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı olan Modern Türkiye kendi sınırlarını tayin etmişti. Bu sonuca varmak için Yunanistan’ın Büyük Britanya İmparatorluğu’nun kışkırtmasıyla Anadolu’ya doğru başlattığı istila hareketinin ilk etapta durdurulması ve daha sonra da yürütülen Kurtuluş Savaşı’yla geri püskürtülerek “Geldikleri Gibi Giderler” (Mustafa Kemal Atatürk) sözü yerine getirilmişti.
24 Temmuz 1923’te imzalanan ve dili Fransızca olan Lozan Barış Antlaşması tarafları o zamanın Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı ile genç Türkiye Cumhuriyeti’ydi.
Lozan Barış Antlaşması için çeşitli yorumlar yapıldı. Kimi “Zafer”, kimi “Hezimet” olarak düşünürken, çoğunluk da “Türkiye’nin Tapu Senedi” olarak değerlendirdi hep. Size göre Lozan nedir? O günün şartlarında genç Türkiye için daha uygun bir Antlaşma yapılabilir miydi?
H.Gümrükçü : Kurtuluş hareketimizin temel hedefi, Birinci Dünya Savaşı’nın bitiminde elde kalan tüm toprakları düşmandan korumak, ecdadımızdan bizlere emanet bu topraklara karşı başlatılan işgal girişimlerini geri püskürtmek ve nihayetinde işgal edilen yerleri onlardan temizlemekti. Bu başarının arkasından ise topraklarımız üzerinde yeni ve modern bir ulus-devlet inşa etmekti. Bu temeller üzerinde şekillenen bu hareket 19 Mayıs 1919 tarihinden başlayarak 1922 yılının yaz sonlarına kadar başarılı bir şekilde sürdürüldü. Böylece Birincive İkinci Balkan Savaşları ve en nihayetinde Birinci Dünya Savaşı’nda İmparatorluğun kaybettiği topraklarımız üzerinde hak iddiasına son verildi. Bu arada Makedonya ve Batı Trakya Balkan ülkelerine bırakıldı. Buna karşın, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu devrede kaybettiği 7/8 bölümüne denk gelen toprakları ile bugünkü vatanımızın büyük bir kısmını da galip gelen ülkeler arasında bölünmesini öngören Sevr Antlaşması’nın uygulamaya konulması da önlendi. Bu antlaşmaya göre Türklere sadece Orta ve Batı Karadeniz’le sınırları olan bir Anadolu bırakılmak hedeflenmişti. Bu sinsice strateji gerçekleşseydi, Türkiye’nin İstanbul’la bağlantısı kesilecek ve Akdeniz sahilleriyle bir bağlantısı kalmayacaktı. O zaman ülkemizin en doğu ili Bingöl olacak, İstanbul, İzmir, Antalya ve Antep gibi günümüzün en değerli şehirleriyle de bağlantımız kesilecek ve onları gezmek için vize almak zorunda kalacaktık. Dolayısıyla Sevr’e göre kurgulanan Türk Devleti’nin Akdeniz’le sınırı da olmayacaktı. Sadece Karedeniz ile kısmi sınırlı bir deniz şeridimiz olacaktı. Böylelikle 400 bin km2 büyüklüğüyle ‘Mavi Vatan’ olarak ifade ettiğimiz deniz alanları bugünkü büyüklüğünün sadece %20’sine denk gelecekti. Türk Halkı bu emperyalist hedefin kendilerine dikte ettirilmesini reddederek, son gücüyle başkaldırdı. Önceleri mahallî düzeyde yürütülen bu başkaldırı daha sonra Mustafa Kemal’in öncülüğünde ulusal bir başkaldırıya dönüştü. Lozan bu yürütülen çalışmaların o zamanki uluslararası camia tarafından kabulü anlamına gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yeni dünya düzeni dikkate alındığında emperyal güçler küresel düzeyde başarılı olmuşlardı ve sadece 22 ülke bağımsızlığını kazanmıştı. Günümüzde bu rakamın 204 ülkeye ulaştığı düşünüldüğünde zamanın ruhunun bu gibi durumlarda dikkate alınması gerektiği yadsınamaz. O dönem 13 milyon civarında olan nüfusun %50’si bu topraklara yeni göç etmişti ve oluşan bu halkın %90’ı köylerde yaşamakta ve okuma-yazma bilmemekteydi. Şehir toplumu daha çok azınlıklar, bürokratlar ve askerlerden oluşmaktaydı. Çağdaş medeniyetler seviyesinin altında yaşam süren bu halk için kapitülasyonlar da yeterince ağırdı. Böyle bir süreçte “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh!”(Mustafa Kemal Atatürk) anlayışı ortaya konulmuş ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin de temelleri atılmıştı. Böyle bir başlangıçta Lozan Barış Antlaşması rasyonel koşullara elde edilecek en iyi sonuçlardandı.
Lozan Barış Antlaşması’nda Ege Adaları için ne öngörülmüştür?
H.Gümrükçü : Lozan Barış Antlaşması imzalandığı zaman sahil sınırlarının belirlenmesi ‘Kıyıdan atılan top mesafesi kadar olacaktır.’ prensibi uluslararası genel geçer bir ilkeydi. Bu ilke temel alınarak deniz sınırlarının kıyıdan 3,5 milden aşağı uzaklıktaki ada ve adacıklar Türkiye Cumhuriyeti egemenliği bırakılmıştı. Yunanistan tarafında kalan adalar üzerinde hiçbir deniz üssü kuramayacağı ve herhangi bir istikam çalışması yapamayacağı kararı da verilmişti. Ayrıca bu ülkenin savaş uçakları ve diğer hava araçlarının Anadolu kıyısındaki topraklar üzerinde bulunmaları yasaklanmıştı. Buna karşın Türk Heyeti bugün ‘On İki Ada’ olarak belirttiğimiz tüm hak ve senetlerinden İtalya yararına vazgeçmişti. Türk tarafının o zamanki beklentisi zamanı gelince İtalyan Hükümeti’nin bu adaları Türkiye’ye devredeceği yönündeydi. Bu konu 1929-1932 tarihleri arasında İtalya ile tekrardan müzakere edilse de 1947 yılında İtalya, bu adaların tüm egemenliğini Yunanistan’a devretmiştir. Bu yeni antlaşmaya göre bu adalar silahsızlandırılacak ve öyle kalacaklardır. Günümüzde ise Yunanistan ile yaşanan sıkıntılar, 1947’de İtalya ile Yunanistan arasında imzalanan Paris Barış Antlaşması’ndan kaynaklanmaktadır.
Sayın Gümrükçü, son yıllarda bir de “Lozan’ın Gizli Maddeleri” konusu dillendiriliyor ve 100. yıl sonunda bu maddelerin açıklanacağı ifade ediliyor; Petrol ve Madenler gibi… Uluslararası bir Antlaşmada bu tür “Gizli Maddeler” şeklinde bir uygulama olabilir mi?
H.Gümrükçü : Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra aradan 100 yıl geçti. Komplo teorileri üreten bazı kesimler bu antlaşmanın kamuoyu ile paylaşılmayan gizli maddelerinin olduğu görüşünü ortaya attılar ve bu yalanı da geniş kesimlere kabul ettirme de şaşılacak derecede başarılı oldular. Bu dışardan destekli komploculara göre, ülkemiz yeraltı ve yerüstü kaynakları üzerinde ancak antlaşmanın yüzüncü yılından sonra hâkimiyet hakkına sahip olacağından her türlü yeraltı ve yer üstü kaynaklarına bu tarihten sonra ulaşacağımız gibi gülünç bir iddiada bulunmaktaydılar. Bu bakışa göre, ülkemiz toprakları altında bulunan petrol, doğalgaz ve bor madenlerini çıkartılamayacaktı. O zaman, Karadeniz’deki doğal gazı nasıl çıkartmaya başladık? Ya da Kaz Dağlarını Kanada kökenli uluslararası bir konsorsiyuma nasıl kiralayabildik?