Hamburg Türk Basın Birliği Yönetim Kurulu üyesi yazar Esma Arslan bir süre önce HTBB’den br grupla katıldığı Urfa gezisiyle ilgili olarak yörenin tarih kokan Halfeti hakkında ilgiyle okuyacağınız oldukça tafsilatlı bir yazı kaleme aldı.
İşte Esma Arslan’ın o yazısı:
Suya ve zamana direnen şehir, Şanlıurfa’nın saklı cenneti: Halfeti
Bugün sizlerle Urfa ve Batık Kent Halfeti’deki son izlenimlerimi paylaşmak istiyorum. “Seyahatname” tadındaki yazılarımı keyifle okuduğunuzu ümit ediyor, ‘umarım bir gün sizler de bu güzellikleri yerinde görme fırsatı bulursunuz’ diyorum.
Halfeti’ye tarih boyunca farklı kültürler birçok isimler vermiş: Şitamrat, Urima, Kal’a Rhomeyta, Hesna the Romaye, Kal’at-ül Rum, Romaion Koyla, Kal’at-ül Muslimin, Urumgala, Rumkale
Yazıma, Fırat Nehri kenarındaki hüzünlü bir hikayeyle başlamak istiyorum. Okuyanların, dinleyenlerin yüreklerini sızlatacak bir hikâye, Batık Şehir Halfeti’nin hikayesi….
Gaziantep ile Şanlıurfa arasındaki Halfeti, 2000 yılında Fırat Nehri üzerindeki Birecik Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin yapılmasıyla birlikte diğer 10 köyle birlikte sular altında kalmış. Köylülerden bazıları baraj suları yükselmeden önce kendilerine teklif edilen parayı alıp yuvalarını terk etmek zorunda kalmış, çocukluk anılarının sular altında kalmasına razı olmayanlar ise sular evlerini basıncaya kadar beklemişler. İnsanın çocukluğunun, iyi-kötü anılarının sular altında kalması ne acı bir duygu kim bilir! Yüzde 80’i sular altında kalan Halfeti’de ilk gözüme çarpan, sadece minaresi dışarıda kalmış olan, zamana ve suya karşı batmamak için direnen cami oldu. 200 yıllık bu caminin ismi Ulu Camii’ymiş. İnsana gerçekten hüzün veriyor, “Bu batık şehrin sokaklarında, evlerinde neler yaşanmıştır kim bilir!” diye sormadan edemiyor insan kendi kendine.
Eski Halfeti’nin sular altındaki görüntüsü gibi isminde de ayrı hüzünlü bir hikâye gizli. Anlatılanlara göre; Halil ve Fatma isimli iki genç birbirini çok sevmiş ama aileleri engel olduğu için kavuşamamış. Onlar da el ele tutuşup kendilerini Fırat’ın sularına bırakarak aşklarını ölümsüzleştirmişler. Onların anısına onların isimlerini kısaltarak buraya vermişler. Umarım bu hikâye doğru değildir. Çünkü ben hep sevenlerin kavuşmasından yanayım, bu tür acıklı hikayeleri hiç mi hiç sevmiyorum.
Halfeti’nin dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir özelliği daha var. Her yerde rengarenk güller yetişirken burada kara güller yetişiyor. Sanki sular altında kalmışlığın acısını yansıtırcasına, yaprakları gerçekten simsiyah güller bunlar. Bu güllerin tohumunu alıp başka bir yerde yetiştirseniz güller siyah olmuyormuş. Hatta buradan toprak alıp bu toprağa dikseniz bile. Yani bu güller sadece yerinde özel. Bu güllerden sabun, krem, kolonya, lokum, reçel gibi birçok şey yapılıyor. Halfeti’den ayrılmadan önce karagül kolonyası almayı ihmal etmedim tabii. Bilmek istiyorum, gerçekten hüzün kokuyor mu karagül kolonyası.
Fırat Nehri üzerinde muhteşem bir tekne turu yaptıktan sonra kıyıda yemeğimizi yiyip Gaziantep’e doğru yola çıktık.
Halfeti beni öylesine heyecanlandırdı ki, Urfa’daki son gecemizin izlenimlerini paylaşmayı arkaya bıraktım. Ama onları da sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim:
Urfa’dan Halfeti’ye geçmeden önceki gün Urfa’da “Oduncu” adlı restoranda ağırlandık. Restoranın sahibinin kadın olması ve böylesine güzel bir mekânı hizmete sunması beni ayrıca gururlandırdı bir kadın olarak. Ülkenin neresinde olursa olsun, kadınlarımızın başarılarının sınırı yok. Yeter ki onların önünde engel koyulmasın! “Oduncu” restoranın sahibesi Münire Hanım hiçbir ayrıntıyı unutmamış ve ismine yakışır şekilde her şey tahtadan yapılmış bu mekânda. Tavandan duvara, lambalara, aksesuar ve baharatlıklara kadar her şey tahtadan. Tertemiz ortamı, özellikle tuvaletlerin temizliği, güler yüzlü çalışanları ve misafirperver ev sahibemizle kendimizi adeta evimizde hissettik. Umarım Münire Hanım gibi başarılı girişimci kadınlarımızın sayısı artar.