“Depremler asla sürpriz değil!”

Atatürkçü Düşünce Derneği  Hamburg’un düzenlediği toplantıda, “Maraş Depremi Türkiye’nin ‘Lizbon Depremi olur mu?”  konusu konuşuldu..

Haber : Salih Kartal (Gazetem.eu/ LİMAN)

Hamburg Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Hamburg  Türk Toplumu (TGH) salonunda tertiplediği konferans ile “Maraş Depremi, Türkiye’nin‘Lizbon Depremi’ olur mu?” sorusu üzerine konuşmalar yapıldı.. Başkan Serdar Temur selamlama konuşmasında  konuk  konuşmacı Dr. Ayşegül Kars Kaynar’ı yazmış olduğu bir makale sayesinde tanıdığını ve kendisi ile iletişime geçerek Hamburg’a davet ettiklerini söyledi.


Üyeler ve davetlilerin katıldığı toplantında Başkan Yardımcısıi Ufuk Güngör moderatörlüğünde başlayan program, konuşmacı Dr.  Ayşegül Kars Kaynar‘ın tanıtılması ile devam etti.

Dr. Ayşegül Kars Kaynar’ı tanıyalım:

1980 yılında Ankara’da doğdu. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans eğitimini, ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde ve City University of London’ da lisansüstü eğitimini tamamladı. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi Anabilim Dalı’nda doktora derecesini aldı.
2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödüle layık görüldü.

2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New York’da bulunan New School for Social Research’de ve Hamburg Üniversitesi’ne bağlı Türkei Europa Zentrum’da araştırmacı olarak bulundu. 2018-2022 yılları arasında Einstein Stiftung ve Alexander von Humboldt Stiftung tarafından desteklenerek Berlin’de bulunan Humboldt Üniversitesi’nde çalışmalarına devam etti. Halen Alexander von Humboldt Stiftung araştırmacısıdır ve TBMM’de çalışmaktadır.

DEPREMLER SÜRPRİZ DEĞİL
Uzun bir konuşma yapan Dr. Kaynar, “Bugün bizi burada birleştiren olay aslında son derece üzücü bir olay 6 Şubat’ta 7 büyüklüğünde bir depremle sarsıldık. Deprem sonrası resmi açıklamalara göre 50 bin can kaybı olduğu söyleniyor. Aslında  gerçek rakamın ne kadar olduğu bilinmiyor. Verilen sayı kayıpları ve kimliği tespit edilemeyenleri kapsamıyor. Ne kadar can kaybı olduğunu bugün bile bilemiyoruz. Bu üzücü olayın sorgulanması gerekir.

Türkiye deprem hattının üzerinde olan bir yer ve depremler sürpriz değil. Neden bu kadar büyük bir hasar ve can kaybı meydana geldi. Deprem sonrasında yaşanan depreme müdaheledeki eksiklikler. Depremi genel olarak Türkiye halkı tarafından yorumlanışı aslında bize Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve enteklektüel gelişim seviyesi ile ilgili bir çok bilgi veriyor.” diye başladığı sözlerine 1 Kasım 1755 yılında Lizbonda meydana gelen deprem sonrası toplumdaki gelişmeleri, zamanın aydınlarının tepkileri üzerine konuşmasına devam etti. Lizbon depremi aydınlamanın bir kırılış noktası, akılcılığın Avrupa’da ve batı dünyasında bir daha sarsılmayacak şekilde yerleştiğine, ilahiyat düşüncesini vicdanlara ve din’e terk edildiğini, ilahiyat düşünceleri, doğa olayları ve toplum olaylarının açıklanmasında devreye girmeyeceğini anlattı.

GENELEVLER YIKILMIYOR
1755 Lizbon depremi tesadüfen hıristiyan aleminin önemli bir günü olan azizler gününde (Allerheiligen) kiliselerin dolu olduğu bir zamanda meydana gelmesi liman ve şehir içinde yumuşak zemine inşa edilen kiliselerin yıkılması ile ibadet etmeye gelenlerin hayatlarını kaybetmesi, ve şehir dışına kırsal yerlere yapılan genelevlerin yıkılmaması o zamana kadar katolik kilisesinin doğal afetler için tanrının toplumu cezalandırmak için yapığını söylemesinin doğru olmadığını anlatan Dr. Ayşegül Kars Kaynar İşte kilisenin Tanrı günahkarı cezalandırır” düşüncesi Lizbonda tutmuyor. Büyük bir sorgulama başlıyor Lizbon neden bunu yaşadı?” Zamanın aydın ve düşünürleri Voltaire ve Immanuel Kant’ın tepkilerinden örnekler verdi

KADERCİLİK ÖLMÜŞTÜR

Voltaire, Lizbon felaketi üzerine yazdığı eserlerde papazları ve kiliseyi hedef alan bir tutumla doğal felaketlerin akılla açıklanabileceğini anlatır.” Kadercilik ölmüştür” der.  İkinci olarak zamanın alman filozofu Immanuel Kant’ın da deprem ile ilgili yazdığı makalelerde depremin tanrıdan geldiği yönünde hiç bir ifadede bulunmaz. Lizbon depremine verilen tepki nedeniyle ilahi açıklamaların hepsi tarihe gömüldü .bunun bir tek açıklaması kaldı o da bilimsel açıklamalar. Bu tarihten sonra avrupa bunu sorgulamaz hale geldi.  Hem akılcı, hem kralcı olunmuyor. o zamana kadarki siyasi çizgi bütün halk devlet için yani kral için çalışırken devletin sorumluluk alma durumu yok. Millet devlet için vardır anlayışı akılcılığın yerleşmesiyle birlikte bu durum tersine dönüyor. 1789 Fransız devrimi ile bu tamamen değişir.

DOĞAL AFETLER SiYASETi ETKiLER Mi?

Lizbon depreminin Maraş ve çevresinde olan 6 Şubat depremi ile kıyaslanamayacağını ve nedenlerini anlattıktan sonra Türkiye’deki toplumun deprem sonrası aldığı tavır ve tutum hakkında konuşmasına devam etti. Konferansın sonlarına doğru, Doğal afetlerin siyasete etkisi hakkında yaptığı açıklamada yakın geçmişten Haiti ve Nepal örneklerini vererek, kesin bilimsel bir sonuç  olmadığını, her durumun faktörlerine göre değişim gösterdiğini anlatarak, 1957 Ankara’daki ağır sel felaketinden kısa bir süre sonra yapılan seçimlerde  önceki dönem 21 millet vekili çıkaran Demokrat Parti, felaket sonrası hiç  bir vekil çıkartamamıştır. 6 Şubat depreminin de seçimlerden kısa bir süre önce olmasının seçimlere  etkilemediğinin gözlendiğine değindi.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM

” 6 Şubat depremi oldu, 24 saat çok uzun aylarmış gibi hisseildi. zira halk kendi kendine terk edildi. Bir anda devletsizlik, yetkisizlik ortaya çıktı. Sonra devlet yetkilileri ortaya çıktığında ” Bu bir kaderin planı, Allahın işi” dendi. Bence deprem sonrası bir kişinin “Bu kaderin planı” demesine kimse inanmadı. bu büyük bir kırılmadır.” Diyerek  toplum bilincinin bütün olumsuzluklara rağmen sağ duyulu ve gelişmelerin farkında olduğuna vurgu yaptı. Okullardaki eğitim ve müfradat üzerine konuşan Dr. Ayşegül Kars Kaynar, sunum sonrası izleyicilerin düşünce ve sorularını dinledi.

Konferansın gerçekleşmesine vesile olan makale

Maraş Depremi, Türkiye’nin ‘Lizbon Depremi’ olur mu?
Ayşegül Kars Kaynar
14 Şubat 2023

İstiyoruz ki öfkemiz bir netice versin. Ancak öfke ister bireysel ister kitlesel olsun geçicidir, yatıştırmaya
müsaittir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da büyük acıların ve öfkelerin çok nadiren büyük siyasi
değişimler yarattığını iyi bilirler
1 Kasım 1755 tarihinde meydana gelen Lizbon Depremi, depremin tetiklediği tsunami ile birleşince Avrupa
kıtasının gördüğü en büyük felaketlerden birine dönüştü. Sadece bu şehirde 30 ile 40 bin arasında insan
hayatını kaybetti. Bunun yanında Lizbon Depremi’nin bilinen en büyük etkilerinden biri, tüm Avrupa çapında
entelektüel bir kırılma yarattığı ve Aydınlanma Felsefesi’ni beslediğidir. Depremler o tarihe kadar Allah’ın
isteği ve dolayısıyla da ilahi adaletin tecellisi olarak görülürken Lizbon Depremi’nden sonra ilahiyat ve din,
toplumsal tartışmaların bir unsuru olmaktan çıktı, entelektüel gündemden düştü. O günden sonra
ıstıraplarımızın sorumluluğu, bütünüyle omuzlarımıza yüklendi ve böyle de kaldı, diyor Judith Shklar


Lizbon Depremi’nde Papalığın desteklediği “günahkâr olan bir şehrin cezalandırılması” tezi tutmadı. Zira
Lizbon halkının, Allah’ın tufanının üstlerine salınmasına neden olacak derecede büyük bir günah işlediğine;
Lizbonluların diğer Hristiyanlardan daha kötü, daha günahkâr olduğuna dair bir iz yoktu. Allah’ın neden koca
koca kiliseleri un ufak ettiği de anlaşılamamıştı. Bu sebeple “neden biz?” sorusunun yanıtı havada kaldı;
“kader planı, Allah’ın emri” açıklamaları Lizbon Depremi’ne doyurucu yanıt veremedi.
Voltaire, yine Papalığın yaydığı “olmuş olan doğrudur, her olan da bir hayır ve Allah’ın bir bildiği vardır”
düşüncesindeki kof iyimserliğe ve “her şey yolunda” söylemine saldırdı. Rousseau ise Voltaire’in
söyleyemediğini söyledi: Deprem gibi doğal bir olayı felakete dönüştüren; altı yedi kat yüksekliğinde evler
inşa etmiş olmaktır. Bu felaket kendi hatamızdır. Voltaire, insanlara boşu boşuna eziyet çektirdiği, dindarları
bile depremde öldürerek onlara bir nevi ihanet ettiği için Allah’ı suçlar. Rousseau ise Allah’ı suçlamak yerine
onu toplumsal hayattan tamamen uzaklaştırır. Gel gelelim Kant’a. Kant’ın konuyla ilgili yazılarında ne din ne
Allah vardır. Depremle ilgili bilimsel açıklamaları sıralar ve depremi “insan yapımı felaketler” kategorisine
dâhil eder (Kant’a göre bu kategorideki en büyük felaket savaştır)

Shklar’ın (s. 85) Lizbon Depremi sonrası ortaya çıkan entelektüel değişim için yaptığı tespit şudur: “Tanrı’nın
işi” ifadesi gönüllere teselli veren ve akılları teskin eden bir açıklama olmaktan çıkmış, yasal mesuliyetten
kaçınmak için alaycı bir bahane haline gelmiştir. Bu tespit, Maraş Depremi için de geçerli değil mi? “Allah’ın
işi, kader planı” diyenler aslında durumun hiç de böyle olmadığını bilerek bizimle alay etmiyorlar mı?
Ediyorlar. Hepimizle dalga geçiliyor.
Peki, 6 Şubat Maraş Depremi Türkiye için 1 Kasım Lizbon Depremi işlevi görür mü? Deprem sonrasında
ortaya çıkan acı ve öfke hem kitlelerin inançlarında hem de siyasi ve idari sistemimizde bir değişimi tetikler
mi? Öfke duygusunun yıkıcılığı, bu hükümeti de yıkar mı?
Öfke paylaşıldıkça canlı kalıyor. Öfkeleri sönmezse bugünün depremzedeleri, yarının hükümet karşıtları
olabilirler. Bu potansiyel nedeniyledir ki hükümet depremzedeleri bir arada toplu olarak barındırmak yerine
(üniversite öğrencilerinin yurtlarını ellerinden almak suretiyle) tüm yurda dağıtarak yalnızlaştırmak, öfkelerini
yalıtmak ve zaman içinde söndürmek peşinde. Dahası, depremin yarattığı öfke, verilen nakdi desteklerle, kira
ve ev yardımlarıyla, bir düzine vaatle ve yargı karşısına çıkarılacak bir iki müteahhitle zaman içinde
kendiliğinden de yatışabilir.
Öfkenin dindirilmesi genel seçimler için ayrıca önemli, zira beklenmedik olayların ve yarattığı duyguların
seçmenlerin oy verme davranışını etkilediği; seçmenlerin parti tercihlerini ve siyasi bağlılıklarını
sorgulamalarına neden olduğu biliniyor . Mesela, duygusal zekâ modeline göre sevinç ve coşku gibi
olumlu duygular bireye “her şeyin yolunda olduğu” sinyalini vererek seçmenleri siyasi sürece katılmaya ve
seçimlerde eskiden beri destekledikleri adayın arkasında durmaya teşvik ediyor (örn. 15 Temmuz sonrası
demokrasi mitingleri ve halen bir darbe girişiminin demokrasi bayramı olarak kutlanması). Öte yandan korku,
endişe ve öfke gibi olumsuz duygular ise bireye “işlerin hiç de yolunda gitmediği” sinyalini vererek,
seçmenleri çevresine karşı daha açık ve duyarlı kılıyor; daha fazla bilgi almak ve siyasi alternatiflerini
arttırmak için çevreyi gözlemlemelerine neden oluyor. Bu nedenle hükümetin, depremin hemen akabine denk
gelen seçimleri erteleme manevrası oldukça kritik.
Büyük felaketleri seçimlerin izlediği tesadüfi zamanlamayı bir tarafa bırakırsak, öfkenin siyasi eylemlilik ve
etkinlik haritasında kendine yer bulabilmesi doğrudan değil, oldukça dolayımlıdır. İstiyoruz ki öfkemiz bir
netice versin; istiyoruz ki öfkemizin yarattığı enerji boşa gitmesin. Ancak öfke ister bireysel ister kitlesel olsun
geçicidir, yatıştırmaya müsaittir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da büyük acıların ve öfkelerin çok nadiren
büyük siyasi değişimler yarattığını iyi bilirler. “Sanırım” demek çok boş, “elbette” demek lazım: Elbette bu
depremin sonrasında her şeyin başa dönmesini engellemek, muhalefet partilerinin ve sivil toplumun
önümüzdeki aylarda olabildiğince aktif çalışmasına ve ortaya çıkan öfkeyi ve beklentileri siyasi bilinç ve
etkinlik düzeyine aktarabilmelerine bağlı.

Kaynak: https://mavidefter.net/maras-depremi-turkiyenin-lizbon-depremi-olur-mu/

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir